Bir yerlere yetişir gibi, gökten aceleyle düşen su damlaları... Yere sertçe çakılışları küçük bir sel oluşturmuş, akıyorlar beraberce. Gökyüzü yeni kararmış, mesai saatleri yeni bitmiş. Yüksek binaların arasındaki sokaklardan, caddelerden sular akmıyor; kirli bir denizin ortasına yüksek binalar dikilmiş sanki. Yağmurdan kaçıp bir an önce evlerine yetişmek isteyen insanlar da denizin üzerindeki çöpler gibi. Uçan arabalar yok ama yüzen arabalar var burada. Pantolonumun ıslanan paçalarına aldırmadan oturuyorum bankta. Onlarca yüksek binadan birisini karşıma almışım, meydan okurcasına. Kaç katlı diye sayıyorum birer birer pencereleri. Her bir pencerenin ardında bir yaşam uyduruyorum kafamda. Sevdiğim bir oyun. Bazen tahminim doğru mu acaba diye o dairenin zilini çalıp sorasım gelir ama yapamam. Kaçıncı katta kalmıştım? 8... İstediği oyuncağı almadı diye annesiyle kavga eden, sonra küsüp ağlayarak koltuğun bir köşesinde uyuyakalan bir çocuk... 9... Gününün yarısı okulda geçmiş, sonrasında dershanedeki derse yetişmeye çalışmış, baş ağrısıyla evine dönmüş, akşam yemeğinde "Günün nasıl geçti?" sorusuna "Nazım Hikmet'in tüm şiirlerinin 2 tabanında logaritmasını alıp çıkan sonuçla, Güneş'in kütle çekim kuvvetinin toplamından, denize paralel olan tüm dağların sayısını çıkarmak gibi saçma sorular üretebilecek kadar karmakarışık geçti." demek istemiş ancak sadece "İyiydi." demekle yetinmiş ve şimdi de "f(x)=In(x³. sin²x) olduğuna göre, f'(π/2) kaçtır?" sorusunu çözmeye çalışan, üniversite sınavına hazırlanan bir genç... Çok can sıkıcı oldu. Soruları çıkartmalıyım. Tahminimin doğruluğu artar belki. 10... Perdeyi sağ tarafına, çenesini ise ellerinin arasına almış, belki de içinden kaç metre yukarıda olduğunu hesaplayarak binanın tam altındaki anayolu izliyor. Hayır, tahmin değil bu, görüyorum. İçimdeki yükseklik hesaplama düşüncesini ise duyuyorum. Kendim düşünüyor gibiyim.


10. kattan sonrasını sayamıyorum. İçimi bir sıkıntı kaplıyor. Burnuma garip bir koku geliyor. Gözlerimi kapatıyorum. Sadece yağmurun kokusunu almak istiyorum. Sadece yağmuru hissetmek istiyorum. Yapamıyorum. Hâlâ aynı kekremsi koku... Bedenim üşüyor. Bedenim rüzgarla dolu bir fıçının içerisine düşüyor gibi. Damarlarımda dolaşan kanın hareketlerini hissediyorum. Hatta tadabiliyorum. O da burnuma gelen koku gibi kekremsi. Eski bir dostumun söyledikleri geliyor aklıma: "Ölümün kokusunu duyabiliyorum." Nasıl yapabildiğini anlayamazdım hiç. Ama artık ben de alabiliyorum, anlayabiliyorum. Telaşlanıp gözlerimi açmaya çalışıyorum. Göz kapaklarımın üzerine kat kat tuğlalar örülmüş sanki. Tüm gücümü kullanarak az da olsa açıyorum gözlerimi. Bina? 10. kat? Pencere? Genç? Neredeler? Göremiyorum. Ama onu içimde hissediyorum. Manzaram değişmiş. Art arda dans eder gibi giden ayaklar, insan çeken bir mıknatıs varmışçasına aniden toplaşan kalabalık, birbirlerine perçinlenmiş kaldırım taşları ve yüzüme değen çamurlu su. Her şey 90° sağa yatık, ekranı kim döndürdü? Neyse ki hâlâ görebiliyorum. Son birkaç saniyem. Kaçıncı katta kalmıştım? 8... 9... 10...