Yaşanabilecek bir ömür için sürekli tırmala dur. Eline geçen ne? Ömür bittikten sonra ağrılarla yaşayacağın birkaç sene. Ticaret yapmak istersen uygun pazar arayışına girmek, bulana kadar stresten kafanda bir tel saç kalmasın. Kumar desen adı üzerinde; kumar. Cebindeki üç kuruş parayla yatırım yapıyorsun ama gün geçmiyor ki bir şeylere zam gelmesin ve o yatırımı bozma. Ekstradan etrafında türlü dolandırıcık, seni kullanan insanlar...
İntihar düşüncesi geçiyor içimden, korkuyorum. İntihar etmekten değil; geride bıraktığım onca insana ne olacak? Bazen de düşünüyorum; bu düşüncenin aklıma gelişinin tek sebebi ilgi çekmek mi? Bunca zaman ilgisiz topraklarda büyümeye çalışmış bir fidan. Sen herkes için her şeyden vazgeçmeye hazır olsan ne fayda? Senin her şeyin başkasına hiçbir şey gelmiyor. İçinde bulunan güzellikler, saf niyetin yetmiyor. Şu boktan devirde karnını doyuracak, barınacak kadar imkanı elde etmen çok zor değil. Peki ya düşler? Refah? Kafam estiğinde gidemiyorsam sahili olan bir ile, içemiyorsam chivas legal, akşamına "yarın da ne olacak acaba?" diye düşünmeden uyuyamıyorsam; ne anlamı var bu yaşamın? Seni hiç tanımadığı halde içten, samimi insanlarla konuşamıyorsam, evimde konaklatamayacak kadar güvensizlik hakimse, bir kadına selam vermeye, sohbet etmeye niyetlendim diye, egosu tarafından darmadağın edilecekse ruhum; yanlış anlaşılacaksam her daim, yaşamamın ne gibi bir önemi kalır ki gözümde? Baksana, sanattan anlamayan, kas kafalı insanlar içerisinde sanat icra etmeye çalışıyoruz sürekli. Onlar da bizim insanımız, hepsini seviyorum. Geri bırakılmış -kalmış değil- bir topluma ne anlatabilirsin, nasıl anlatabilirsin ki? Kırbacı sırtından eksik olmamış çoğunun. Gerek ailesi olsun, gerek sevdikleri olsun; eşek yerine koymuş, kırbaç kırbaç üstüne vurmuş hep aynı yerden. Eşeklik bizde de var şükür. Aynı yolları yürüyüp yürüyüp, farklı manzaralar bekliyoruz. İnsanlığı cehennem ateşinde yıkamışlar sanki de bizim göremeyeceğimiz kadar çekmiş; giyilecek büyüklükte değil. Hepimiz yine de giymeye uğraşıyoruz, gırtlağımızı sıkıyor, kesiyor o daracık elbise.
Ben daha önce bu kadar ölmek istemezdim. İsterdim de kendi canıma kıymak bu kadar bastırmıyordu üstüme. Şimdi ekstradan mücadele etmem gerekiyor. Anlayışsız dostlarımdan, arkadaşlarımdan kurtulayım, yollarımı ayırayım derken bak; yapayalnız kaldık. Herkese göre esneyen bir maddeden yapılmış olsam da yine aynı şekilde, paramparça olacaktım. Şu zamana kadar nasıl geldim zaten bilmiyorum. Serseri gibi gecenin 02.00 sine, 03.00 üne kadar dışarılarda gezdiğim zamanlara bakıyorum. Hatta bir keresinde bıçaklanacaktım. İki keresinde hatta pardon. Silah çekmişti ufacık çocuklar da üstüne yürümüştüm silahın. Kuru sıkı mı, dolu mu bilmeden. Boş silah ile ateş etmeye çalışıyordu. Uyarıp yoluma devam ettim de arkadaşı itip kakmaya başladı. En son bir tanesine okkalı bir tokat yapıştırmıştım; gözlerim dolmuştu da zorbalıktan, yediremedim kendime. Yere düşüremediler, vurdukları hiçbir etki etmiyordu. Ufacık çocuklar daha. En son bıçak çekti bir tanesi. Yine üzerine yürüdüm. Sokağa araba girince korkup yollarına gitmişlerdi. Nasıl vurdularsa kafamın arkasına vurmuş bir tanesi. Şişmişti. Bir de yüzümü tırmıklamış bir tanesi. Vuracakken niye gelir insanın aklına "bunu da bir ana doğurdu; bir şey olursa üzülür." diye? Neden sinirlenemiyorum? Karşımdakinin ne kadar aciz olduğunu, kendimin acziyetinden gördüğümden mi? Adam akıllı kavga etmedim diye mi? Şimdilerde zaten kavga diye bir şey yok. Savaş var. Artık kimse kimseyi yumruklayıp tokatlamıyor. Ya ölürsün ya öldürürsün. Böylesine iğrençleşen bir devirde, benim elimden yazıp çizmekten, şarkı dinlemekten başka ne gelebilir ki? Zaten kadınlara yaklaşamıyorsun, sohbet dahi edemiyorsun. Günde onlarca dm alan, ilgiden bıkmış, bazısının devasa egosuna "baaam!" diye kafanı çarpıveriyorsun da kendi kendine "keşke hafızamı kaybetseydim de bu anı unutsaydım diyorsun". Zaten kadın cinayetlerine, taciz, tecavüzlere hiç girmiyorum. Yurtdışında olan dostlarım, arkadaşlarım, gitmeye niyeti olan ve giden her arkadaşımız... Güzel hayatları olsun. Herkes güzel hayatlar yaşamayı hak ediyor. Onlar da yaşasın. Ama lütfen unutmasınlar bizi; bayramdan bayrama dahi olsun arasınlar, bir hasbihal edelim. Düşüncelerimiz uyuşsun, uyuşmasın. Hepsi arasınlar. Zaten tutunduğumuz düşüncelerimiz çok işimize yarasaydı bu halde olmazdık. Yargılarımızdan kılıçlarla birbirimizi kırıyoruz sadece. Yapabildiğimiz bu. Başkalarının enerjilerini çalmak.
Oldum olası şu "haklı olmak" dedikleri lanet şeyden nefret ettim. Hala ediyorum ve edeceğim. Haklı olmak hiçbir zaman mutluluğu getirmedi bana. Çünkü ne zaman birinin yaşayacağı şeyleri görsem ve "bunu böyle yaparsan senin için daha güzel olur" desem tam tersini yapmıştırlar. Laz damarı var desem hiçbiri de laz değildi. Ama inat. Hayatlarında yer edemeyecek birkaç insana, üç kuruşun derdine sattılar şu canımı can pazarında. Biri de deseydi, kabullenebilseydi hani. "Ben hatalıyım." Hatalı olup olmaması umrumda değil. Açık yürekli olduğunu görseydim keşke. Yaptıklarını unutacağımdan değil. Neyse.
Mehmet Pişkin gibi mi olacak sonum? Ya da Onur Can Özcan gibi, öldükten sonra mı kıymete bineceğim? Psikoloğa mı gideyim? Hiç sanmam. Empati kurabildiğini iddia eden birkaç dalkavuk çoğu - aranızdan psikolog olan varsa kusura bakmasın-. Empati karşındakinin durumunu anlamaktan ibaret bir şey mi sadece? Kelime tanımı belki öyledir ama benim aradığım tanım o değil. Ha sevişmek için bir eskorta para vermişsin, ha biri seni anlasın diye bir psikoloğa ödeme yapmışsın; gözümde ikisi de aynı. Araya mecbur bir mesafe koyan iki farklı meslek grubu. Bağlanmayacak, etkilenmeyecek, senin yaşadıklarını yaşamamış ya da daha fazlasını yaşadığı için senin sıkıntını sıkıntıdan görmeyecek insanlar. BİLİMSEL zamazingolar biliyorlarmış. Bir kısmı internette de yazıyor. Bir ara bir arkadaşım gitmişti. Ona dediklerimin aynısının bir tık üzerine çıkamamıştı kendisi. İnsan kendisinin doktorudur. Ruhsal sıkıntılarda yapılabilecekler, kendine yeni bir aktivite edinirsin, ilgilendiğin bir sanat ya da hobi varsa onunla uğraşırsın, sosyalleşirsin, günlük yazarsın, kendinle cesurca yüzleşirsin. Etrafındaki insanlar senin hakkında ne diyor bir bakarsın, oranları inceler, neler yapabileceğine bakarsın. Belli bir yerde zaten seni anlamayan insanlar umurunda olmuyor ki? Kendin ile baş başa kalıyorsun. Birine kendini anlatmak çok kolay da, kendi kendine kendini anlatıp kendinle anlaşmak öyle kolay değil işte. Kendine olumlamalar yapman gerekiyor. Psikoloğun tek yaptığı şey, seninle belirli bir samimiyet ortamı kurup seni önce kendisine inandırmak, dolaylı olarak da kendine inanman için ufak olumlama dokunuşları, iltifatlar etmek. Beni ben bile kandıramazken, iltifatlar, olumlamalar mı kandıracak? İyi biri olduğuma kanaat getirse, artık kötü olamayacağımın garantisini mi verecek bana? Ya da etkilendiğim yaşanmışlıklarımın tekrardan yaşanmayacağının, travmalarımın tetiklenmeyeceğinin garantisini mi verecek? Kimse veremez. Bu hayat, yaşamak içindir. Yaşar ve öğrenirsin. Bazı yaşananları sindirmek zordur. Kimine göre kolay da gelebilir. Herkesin tolore edebileceği durumlar farklılık gösterir. Son ana kadar tolerans da iyi değil. "Belki değişir, farklı bir insan olmasına ilham olurum" diyerek yalan olan zamanların hesabını kendine vermek biraz zorlu bir sınavdır. Elinden bir şey gelmeyeceğini anladığında, duracak mısın yoksa gidecek misin? Onun kararını vermek, rutinini değiştirmek; zordur. Rutinsiz birine kalmak ne kadar zorsa.
Oh maşallah. bayağı yazmışım. Görünmez şu ilmek boynumdan çıksaydı eğer bir gün; kan vücudumun başka yerlerine de ulaşabilirdi. Hep kafamda kaldı o kan. En sarhoş hallerimde, en zorlayıcı durumlarda. Vicdan ağır bir yüktü. O da ruhuma kambur oldu.