Yanlış yüzyıllarda doğmuş olmanın geride bıraktığı yavan tat, açıklanabilen her şeyin göbeğinde sırıtan anlamsız bir eylem: Doğmuş olmak. Olmak ve yaşamak. Gelip geçen günlerin ardında saklanan zamanın bir kahve molasında ya da sonu gelmeye yaklaşan izmaritin dumanlarında beliren sinsi sırıtışı bu kadar can yakıcı olmamalı. O koca mendeburun takvim yapraklarındaki ağırlığı ile yüreğime çöktüğünde sağladığı acı denk değil. Tüm bu kıvranışlar arasında saniyelerin anasonunun burun deliklerimden girdikten sonra zihnimde yarattığı sarhoşluk tüm yeryüzünü tepe taklak edebilecek güçte. Zamanın, saniyelerin, günlerin ve gecelerin boyutu delen bir hızla etrafımızda dönüşü Einstein’ın izafiyet teorisini kanıtlar. Varlık, artık onu bu dünyaya bağlayan, adına anlam denilen peri saçlarından örülme kuvveti kaybedip etrafımda süzülüyor. Bilinç ise olay ufkunda süzülen bu uçucu hakikatimsi ruhları kendi içine hapsetmek için oradan buraya sıçrayıp duruyor, fakat nafile…