Bir çanta ve anıları koydum yola, ilerledim. Dağları, batan güneşi, saçları aklaşmış balıkçıyı koydum yola ve ilerlemeye devam ettim. Soluklanmak için durduğumda çok yorulmuş bir haldeydim, seninse üstünde başkasının ceketi vardı. Yırtılmış gömlek cebini saklamaya çalışıyordun. Sonbahar kıyameti gibiydin. Huzur da zordu bizim için, yabancıydık bu diyarlarda.
Kalmak ve gitmek karmaşası içerisinde bir çıkış yolu ararken çözümü kaçmakta buldun. Yamalarını gizleyen biri için oldukça mantıklı bir çözümdü. Böyleleri başka türlüsünü bilmezler. En çok da kendilerinden kaçarken kaybolurlar. Bir limanda durup tekrar yoluna devam ederler. Geride bıraktıkları, onlar için sadece bir hikayeden ibarettir. Yeni hikayeler yazmak için yeni limanlara yanaşırlar. Aslında tek gayeleri onları olduğu gibi kabul edecek küçük bir sandal.
Küçük sandalı ile dünyaya açılmanın hayalini kurmaktan bir saniye vazgeçmiyordu. 26 sene sonra onu buldu. Ama o sandala binip hayallerine ulaşmaya cesaret etmedi. Çünkü keşfedilmemiş olmak, keşfedememek, aramak onun için kutsal sayılan bir kitaptı. Sandal ise yosunların arasına karıştı, sadece bekledi, anlaşılmayı bekledi, fark edilmeyi bekledi, anlamlaşmayı bekledi. Eğer bir gün anlamlaşsalardı yoluna onu da koyacaktı.
Gök büyüktü, küçüktü ellerim, seni kıyımda tutmaya yetmedi. Aynam sandığım şey yaram oldu. Yeşil rengine bürünen sandal bir istiridyenin içine hapsoldu ama yine de yıldızlara bakmaktan vazgeçmedi. Yıllar sonra bir ölümlünün günlüğü olarak anlatılacak hikayenin sonuna geldik yaralarımızla.