Şarkı Önerisi: Fytch & Carmen Forbes - In These Shadows
-Mohini, tatlım ne yapıyorsun? Atının hızını kesmeyecek kadar yük almalısın, bütün o kuru otlarını ve karışımlarını yanımıza alamayız.
Mohini'nin suratı asılır gibi olsa da Hera onu kısa bir süre içerisinde tekrar güldürmeyi başarmıştı. O böyleydi, karşısındakine her istediğini yaptırabilir ve sadece yaptırmakla kalmaz, bunu öyle bir şekilde yapar ki sanki siz o işi yapmak için doğmuşsunuz gibi hissederdiniz. Manipüle diye düşündü Ulya, bu kelimenin sözlükteki karşılığında Hera yazıyor olmalıydı. Konuşarak bir kuşun yolunu değiştirebilir, bir kaplanı kendi kendini boğması için ikna edebilirdi.
Karşısındaki manzaraya bakarken gülümsedi. Mohini az önce hayati önem taşıdığını düşündüğü eşyalarını şu an "çiçek coşturan solüsyonuma ihtiyacınız yok bence, tamam tamam ağlamayın en azından tahta kurusu ilacını yanıma alacağım" şeklinde ayıklamaya başlamıştı bile.
Ulya dışarıya çıktı, yuvanın arka tarafında kalan uçurumun kenarına doğru ilerledi. Hava soğumaya başlamıştı, demek ki geliyorlardı. Etrafı alacakaranlık basmış, aydınlık yerini karanlığa teslim ediyordu. Günün bu saatini hem çok sever hem nefret ederdi.
Severdi çünkü gün batımında evren en güzel renklerini bu küçük zaman dilimine hediye eder, insanın umutla dolmasına sebep olurdu, nefret ederdi çünkü renklerin kendini biraz sonra koyu bir karanlığa bırakacak olduğunu bilmek, insanın tüm umutlarını yok ederdi. Ellerini avuç içleri dışa bakacak şekilde ileriye doğru uzattı,
Ra'nın bugüne armağan ettiği son sıcağını teninde hissetmek istiyordu ve Ra, kalan son ışık huzmelerini kuvvetle ona doğru yansıttı. Sanki ricasını duymuş ve geri çevirmek istemiyormuş gibiydi..
~
"Geldiler" dedi Pera heyecanla, sabahtan beri gizlemeye çalıştığı sevinci gözlerinin mavisinde ışıl ışıl parlıyordu. Sonuçta mavileri bir tek maviler severdi ve bir şekilde ait olduğu kente geri dönecek olmak onu mutlu ediyordu.
"Haydi toparlanın artık" dedi Hera bugün 500.kez ve kürkünü omuzlarına attı. Hemen ardından kapı gürültülü bir şekilde açıldı.
Anka kaşlarını yay gibi havaya kaldırarak "Kapılar dışarı çıkıp içeri girmemizi sağlayan geçitlerdir ve inanamazsın ama bir özelliği daha bulunmaktadır, üzerine bir iki kere tıklatıldığında yapılan bu hareket -içeri girebilir miyim- anlamına gelir" dedi sinirli bir ses tonuyla.
"Bayanlar" dedi Ayaz başını hafifçe öne eğerek, suratında yarım ağız gülümsemesi ile zafer kazanmış gibi bir ifade vardı. Hemen ardından üzerine pelerinini geçirmekte olan Ulya'ya döndü.
"Hazır mısın güzellik?" dedi bu sefer ağzına yayılan bir gülümsemeyle.
Ulya, elleri pelerinin bağcıklarında gözleri Ayaz'ın gözlerine kilitlenmiş bir şekilde birazdan onu portakal gibi sıkacakmış gibi bir ifadeyle bir süre öylece bakakaldı ve hemen ardından bağcıklarını hızlıca bağlayıp saçlarını pelerinin dışına doğru savurdu. Koyu bordo kadife pelerini her zaman kan içmiş gibi duran dudaklarıyla tam bir uyum içindeyken, beyaz rengi gözleri ve saçları bu uyuma meydan okuyordu. "Hazı-rız" dedi son heceyi vurgulayarak.
Ayaz etrafına ancak o zaman dikkatle göz gezdirdi. Bütün kızlar üstlerini giymiş, ayakta, Ayaz'a bakıyorlardı. Ayaz'ın yanındaki iki
adamdan hafifçe tombul ve kısa olanı "Onlarda mı gelecek?" diye sordu. Arkadan sabırsızlanan atların ve adamların huzursuz sesleri geliyordu. "Tabii" dedi Ayaz gözünü Ulya'dan ayırmadan başını hafifçe adam doğru çevirerek. Böyle bir şeyin planlanmadığı adamların yüzlerinden anlaşılıyordu ve Ulya bundan hiç
hoşlanmamıştı. Ayaz'ın yanından rüzgâr gibi geçerek, dışarıya kapının önüne doğru bir adım attı ve durdu. "Bu kadar adama gerek
var mıydı?" diye sordu kafasını geriye doğru çevirerek, karşısındaki manzara onu şaşırtmıştı, Ayaz Mavi Kent'i buraya taşımıştı sanki.
Ayaz, "Burası tekinsiz yerler sizin de dediğiniz gibi, ne olur ne olmaz" dedi Ulya'nın yanına doğru yanaşarak. Evet Dora tekinsiz bir
yerdi ama beş tane kızı yuvaya en yakın kent olan Mavi'ye götürmek için minik bir ordu kurulmasının sebebini anlayamamıştı Ulya.
Gözlerini kendisine doğru bakan adamların üzerinde gezdirdi. Mavi Kent soğuk bir yerdi, daha çok karlı ve buzul bir havası vardı, insanları daha çok askeri denizcilik ile uğraşır daha alt tabaka ise balıkçılık yapardı. Diğer kentlere deniz mahsulleri, içme suyu, tekne, gemi ve denizcilik tecrübesine sahip paralı asker satarlardı. Her kentin büyük sınırını Siyah Yarım Küre ile ayıran ve Küre'yi çember şeklinde saran büyük Çember Okyanusu bulunmaktaydı. Bu sebeple her kent kendini deniz yolundan gelebilecek tehditlere karşı savaş gemileri ve asker satın alırdı Mavi Kent'ten. (Kırmızı hariç diye biliyordu Ulya, Kırmızı Kent'in başka bir kent ile alışveriş yaptığı asırlardır duyulmamış şeydi.)
Maviler soğuk ve sulak yerlerde yaşarlardı ve bu sebeple geneli ölü gibi soluk benizli, ciltleri kuruluktan çatlamış, donuk mavi gözlere sahip zeki ve hırslı insanlar olurlardı. Karşısında şaşkınlıktan donakalmış Ulya'ya doğru bakan adamların ise çok azı bu tanıma uyuyordu. Nereden olduklarını kestiremediği çok çeşitli insan duruyordu Ulya'nın karşısında. "Sanki" dedi, "sanki Dora'daki kovulmuşlar gibiler" çirkin, sinsi bakışlı ve çoğu yaratığa benzer varlıklardı. Üstelik Ayaz'ın yanındaki iki adam da Mavi Kent'te yaşayan herhangi bir insan değillerdi. Cübbelerine bakılacak olursa Ayaz kahinlerini yanında getirmişti.
Herkes atlarına atladığında gece çoktan çökmüştü. Gitme vakti geldiğinde kızlar dönüp "yuva" olarak adlandırdıkları kaya yığınına baktı son kez. "Umarım" dedi Hera, bizden sonra ihtiyacı olan iyi birine yuva olur." İlerledikçe yuva gözden kayboluyordu. Mohini hep buranın sihirli olduğunu söylerdi, kızlar çok inanmak istemese de biraz uzaklaşınca o koca taş yığının etrafıyla kamufle olup gözden kaybolmasına açıklama getiremezlerdi. Dora sevimli bir yer değildi ama yine de buradan uzaklaştıkça kendilerini tuhaf hissetmeye başlamışlardı.
Daha çok az yol gitmişlerdi ki Mohini "hiiiii" diye ufak bir çığlık koparıp atını hızla geriye çevirip dörtnala geriye doğru sürmek için atıldığı anda Ayaz'ın Mohini'ye en yakın iki adamı öne atıldı. Biri Mohini'nin saçlarına yapışıp onu atından yere doğru düşürürken diğeri çoktan ucu yay gibi kıvrık bıçağını Mohini'ye doğru çekmişi bile. Üstelik diğer birçoğu da çoktan Mohini'nin arkasına set çekmişti. "Diş fırçam" dedi Mohini, yerde, şaşkın bir ses tonuyla "Diş fırçamı evde unuttum."
Ulya ve Hera'nın göz göze gelip kızlara işaret vermesi saniyeler içinde olmuştu. Az önce gerçekleşen şey çok açık ve net gösteriyordu
ki Ayaz'ın sunduğu teklif, bir teklif değildi ve Ulya şimdi anlıyordu Ayaz'ın minik bir ordu ve kahinleriyle birlikte onu almaya gelişinin
sebebini. Ulya kendisi istediği için Ayaz ile yola çıkmıştı ama eğer istemeseydi, zorla götürülecekti.
"Kaçacaklar" diye bağırdı uzun ve tüysüz olan kâhin. "Hadi ya seni geri zekâlı! diye bağırdı Anka, "bunu öngöresin diye mi sana çuvalla altın ödüyorlar gerçekten". Ulya'dan gelen işaretle hepsi atlarını şaha kaldırmış, dörtnala sürmeye başlamışlardı. Önce Hera ve Ulya, Mohini'den tarafa atılıp onu atının üzerine geri oturttular bu arada Mohini'ye saldırmaya çalışan 2 adam çoktan vefat etmişti bile. Ancak kaçmak çok zor olacaktı çünkü adamlar bunu bekliyormuş gibi pozisyonlarını almış, hazırlıklıydılar.
"Beyaz'a dokunmayın!" diye bağırdı Ayaz, "o sahibin malıdır". Böylece diğer dört kızın ölüm emri verilmişti. Ulya içinden sensin mal diye geçirdi. İyiden iyiye sinirlenmişti, atından yere atladı, saçlarını geriye doğru savurup eteğinin yanından uzun ince işlemeli gümüş kılıcını çekti. Boğazından hırıltılı bir nefes geçti. Gözleri sinirden alev alev yanıyordu. Doğruca Ayaz'a bakıyordu "güzellik ananı ağlatacak bebeğim". Güçlü bir ıslık ile kızların yanına gelmesini emretti. Yanında ve arkasında olmalıydılar çünkü bu saatten sonra önünde duracak hiçbir canlıyı yaşatmayacaktı. Önündeki üç adamla başladı, birinin karnına soktuğu kılıcıyla bir an sonra diğerinin boğazını kesmişti bile ve tam o anda tekme savurduğu üçüncüsünün bedeni yere değmeden Ulya'nın kılıcıyla tanışmıştı. "Ulya'nın kıyımı başladı" diye düşündü Hera, sırtındaki kınından çıkardığı okları karşısındakilere bir bir savururken.
Pera, Ulya'nın toplanma işareti ile ona doğru atılırken sağ omzundan bir bıçak darbesi yemişti bile ve etrafını yararak Ulya'ya doğru at süren Anka'nın kafası kanıyor, kırmızı saçları önüne düşmüş gibi bir görüntü oluşturuyordu. Mohini ise cebinden çıkardığı minik cam şişeleri etrafa fırlatıyor, şişeler yere çarptığı anda büyük bir sesle patlayıp yangın çıkarıyorlardı. Kızlar çember halini almış, savaşmaya devam ediyorlardı ne var ki sayı çok fazlaydı ve neredeyse hepsi yaralanmıştı.
"Ulya!" diye seslendi Hera, "Fazla dayanamayız, çok kalabalıklar!" Tam o sırada adamlardan birinin fırlattığı bıçak dikkati dağılan Hera'nın koluna saplandı.
Ulya bir an kendini kaybeder gibi oldu, içinde garip bir hisle, ruhuna ve hatta gözlerine simsiyah bir karanlık çöktü ve bir an sonra kayboldu. Dişlerini sıkıyordu, öyle ki çenesi kırılacaktı. Bayılacağını sandı, kendisine ne olduğunu anlayamıyordu. İstemsizce az önce savurduğu kılıcını hiddetle yukarı kaldırıp hemen sonra toprağa sapladı ve gözlerini kapadı. Ölüyorum diye düşündü, bilmeden yaralanmış mıydı acaba? Ölüme kapısı her zaman açıktı ama şu an sırası değildi. Ansızın tiz bir çığlık sesi ve ardından şiddetli bir rüzgâr dalgası geldi. Cehennem yeri gibi olan ortalık bir an da sessizliğe gömülmüştü. Başını kaldırdı, gözlerini yavaşça açtı. Tam karşısındaydılar. Tepenin üzerinde, saçlarından iki üç tanesinin kadın olduğunu düşündüğü bir grup adam duruyordu atlarının üzerinde. Sadece bir tanesi diğerlerinden bir adım önde, devasa atının üzerinde Ulya'ya doğru bakıyordu. Diğerleri onun arkasında emir almayı bekliyor gibi dizilmişlerdi.
Etraf karanlıktı, geceyi sadece ince bir ay ışığı aydınlatıyordu. Mohini'nin çıkardığı minik patlamaların alevleri rüzgarla karışıp gri bir sis gibi duman öbekleri yarattığından, kişilerin yüzleri seçilmiyordu. Ama siluetlerinden bile, Mavi olmadıkları belliydi. Esmer ve iriydiler. İleriye doğru yavaşça bir iki adım attı. Kim ya da ne olduklarını seçmeye çalışıyordu ve o an fark etti. Öndeki adamda aynı şekilde ilerlemiş, Ulya'ya doğru bakıyordu. Tam o sırada Pera, Ulya'nın kolundan çekip "şunlara bak" dedi sessizce. Etrafını işaret ediyordu.
Ayaz'ın adamları kızları bırakmış, bakışları deccal görmüş gibi tepeye doğru kilitlenmişti. Ayaz yüzünde sinirli bir ifadeyle "savaşın sizi köpekler!" diye küfürler savururken, atını çoktan çevirmiş, Mavi'ye doğru sürmeye başlamıştı bile.
Eğer bir kaçma şansları var ise, o da tam bu andı. "Akar'a" diye bağırdı Ulya ve saniyeler içinde hepsi tekrar atına atlayıp harekete
geçmişti. Akar dediği yer Dora'da çok az kişinin bildiği akar suyun başlangıcındaki küçük bir şelaleydi. Kızlardan biri yuvadan
uzaktayken başına bir tehlike gelirse buraya kaçar, şelalenin arkasındaki mağaraya saklanır ve diğer kızların gelip onu almasını beklerdi. Ya da başlarına toplu halde bir iş gelecek olursa düşmanın dikkatini dağıtıp ayrı ayrı yollardan kaçarak yine burada buluşurlardı. Emir açıktı ve herkes Akar'a giden kendi yolunu kullanacak, dağılacaklardı. Ulya, peşlerinden gelen var mı diye bakmak için başını geriye doğru savurdu. Mavilerin çoğu kaçıyor, diğerleri de tepedeki bazılarıyla savaşmaya çalışıyordu.
Ulya az önce bir adım önde duran adama baktı. Alevlerin arasından, Ulya'nın gidişini seyrediyordu. Adam elini kaldırdı ve ufak bir hareket yaptı. Sağında ve solunda duran iki kişi atıyla birlikte alandan ayrılıyordu.