Merhaba A.
Söyler misin, insan ilk neresinden yeniliyor kendine?
Artık duvarlardan sarkan ses yalnızca bu oluyor benim için, durduramıyorum…
Kendimi sorulardan başka sorulara atarken çok yoruluyorum, anlatmak istiyorum ama daha çok da anlaşılmak istiyorum. Korkuyorum hayattan, olacaklardan, olmayacaklardan, belki de olmuş olanlardan.
Beni anlar mısın A? Beni ne kadar dışında kalmış olursam olayım hayatın çizgisindeymişim gibi anlar mısın? Neden tüm yolculukların ilk durağı soğuk bir sessizlik oluyor? O kadar çok "neden" diye başlayan cümle var ki içimde. Kendi elimden tutup devam edebilecek misin diye soruyorum, aynalara bakamıyorum, belki bakıyorumdur bazen, insan varlığını kendine bile kanıtlama ihtiyacı duyuyor A.
Mesela sokağın sonundaki çiçekçi teyze artık yok, sadece sokakta mı yok ya da hiç var olmadı mı bilmiyorum ama bıraktığı boşluk kaybolan bir eşyanın yerine başka bir şeyi yakıştıramamayı hatırlatıyor bana. Sanki senelerce duvarda asılı duran bir resmi indirip yerinde kalan yara izi gibi soyulan o siyah leke… Biliyorum, bu bir yolculuk, bazen nereye varacağını bilmediğim, kime dur diyeceğimi bilemediğim… Anlatmalar bitmiyor A, sen her zamanki gibi sadece susuyorsun. Annem beni dünyaya ne zaman getirdiğini hatırlamıyor biliyor musun? Hayatım boyunca bu dünyaya kendimi kanıtlamaya çalıştım fakat anneme bile kanıtlayamıyorum bazı şeyleri. Sana yazıyorum A, sana yazıyorum çünkü silik bir görüntü de olsam yaşadığımı biliyorsun, beni gördün… Sen A, sen gerçek beni gördün. Okudum, yazdım, yaşamaya çalıştım ama atamadım içimdeki bu zehri, pazarlarda ışıldayan meyvelerin içinde inleyen çürük gibi hissediyorum. Kocaman bir kanca var gövdemin ortasında ve gökyüzüne asılmış gibiyim, zamanın sarkacına hapsolmuşum. Kendimle ilgili çoğu şeyi unuttum, hatırladıklarımı da yaşayan ben değilmişim gibi geliyor. İleri geri sallandıkça bir yaş daha alıyorum, ileri geri sallandıkça söküp atılıyor yüklerim. Bir parktayım sanki A, seninle salıncakta geçirdiğimiz zamanlardaki gibi, göğün sonunun bizim görebildiğimiz kadar olduğuna emin olduğumuz zamanlardaki gibi. Her şeyi hatırlıyorum seni, annemi, sonra da kabuklarını kaldırırken kanayan yaralarımı. Bana şiirler okuyan genç bir adam vardı, sana daha önce anlatmıştım, o öldü… Böyle sanki süt bitmiş gibi söylüyorum sana, biliyorum ama genç bir insan hiç kimse tarafından anlaşılmadan öldü, bence bir kez bile anlaşılmayan insan süt ya da geri kalan her şey olabilir, bu acının yükünü taşıyamıyorum.
O öldü; yağmurlar yağmaya, güneş doğmaya, insanlar da birbirlerine yalan söylemeye devam ediyor.
A, bazen öylesine hiçbir şey yokken bir gün benim de onlardan olabileceğim gerçeği acıtıyor canımı; yeni kitaplar almıyorum, ölmeyi eskisi kadar düşünmüyorum. Her şeyin o ilk başladığı ana geri dönmek istiyorum, derme çatma evdeki kız çocuğu olmak sadece kız doğduğum için elimden alınan her şeyi hem en doğru hem de en yanlış haliyle yapmak… Sana insan ilk neresinden yeniliyor hayata demiştim A, insan doğar doğmaz yeniliyor, hem de hiçbir şey bilmezken, hiçbir şeyden haberi yokken.
Yeni insanlar tanımaktan kaçınıyorum; sessizce ağlamayı, hiç ağlamamışım gibi gülmeyi hep devam eder gibi görünmeyi öğrendim. Sana yazmaktan da kaçıyorum, çünkü sana yazdıkça kendime değiyorum… Sonra her şey eskisinden daha yeşil oluyor, kelimelerim bitince yeniden renkler soluyor, buna çok üzülüyorum. Gökyüzünün ortasına koca bir plak yerleştirmişler ve o şarkının eşliğinde dans ediyorum, söyle bana A… Sence ben deliriyor muyum? Hayatta akıp giden her şeye dikkat etmek zorunda mıyım? Durmadan ve sanki hiç ölmeyecek gibi güzel olmak, başarılı olmak, daha iyi giyinmek, daha güzel gülmek, çocuklar doğurmak…
Kendimi bir mutfak dolabının önünde unutup bana artakalan zamanın içinde geçen yıllar mı olmalı benim hayatım? Hiç kimse içimin penceresini açıp havalandırmayacak mı ruhumu? Bir sirk düşün A; bir kaplan, koca bir fil, acımasız insanlar, canı yanan hayvanlar… Sanki ben her gün o sirkte sahneye çıkan bir cambaz gibi hissediyorum, iplerin üzerinde yürüyorum, çocuklar bana gülüyor insanlar alkışlıyor… Oysa… Oysa ben onca yüksekten düşersem ölürüm A. İnsanlar bunu bilmiyor mu? Çok yabancı olduğum bir durum değil, insanlar sirke bu yüzden geliyor. Biliyorsun A, bu dünya göğü çadır gibi gerilmiş bir sirk aslında, insanlar o sirke bunun için geliyor, belki düşerim ve yerlere kan bulaşır, bir anlığına korkarlar benden, sonra yine alkışlarlar, gülerler… İnsanlar böyledir, canı yanan kendisi değilse ya da yere düşüp paramparça olan kendi evlerinin antika vazosu değilse hiçbir şey hissetmezler, hayatlarına devam eder ve yeni bir düşüşü izlemek için yeniden, yeniden sirke gelirler. Söyle bana A. İnsanlar ölürken sirkler neden kapatılmaz? Sana böyle binlerce şey anlatabilirim çünkü içimde düğümü olan her şeyi sen çöz isterdim, olmayacağını biliyorum o düğüm çözülürse bana ait olan hiçbir şey kalmayacak bedenimde. Ben artık bir şeyler hissetmek istiyorum A. İçimde kalan o kuşların yeniden kanatları çıksın istiyorum, yağmurdan sonra toprak hemen kurusun, evsizlerin olduğu sokaklarda içi yiyeceklerle dolu kamyonlar devrilsin istiyorum. A, ben evlerinin kapıları kilitli olmadan insanlar uyuyabilsin istiyorum. Biliyorum, saçmalıyorum, ben böyleyim ve bu yüzden beni bu kancayla gökyüzüne astılar, onlardan uzak kalayım diye onlara eskiden oldukları şeyi hatırlatmayayım diye… Herkes kadar kötü, herkes kadar iyi olamadığım için, yalnızca kendimi ve onları anlamak istediğim için. Eskisi gibi olmak, hatta eski hiç olmadığı gibi olmak, bir değirmen taşına dönüp bütün kötülüklerin çiğneyip tükürmek istiyorum.
Biliyorum A, artık vazgeçmeliyim, yenilgimi kabul etmeliyim, sanırım sana yazmayı da artık kesmeliyim. Affet beni A, çok yoruldum; beklemekten, istemekten bulunamamaktan… Bu mavi çadırın altında bana verilen rolleri ezberlemeye çalışarak yeniden düşmeye, yeniden ipe tırmanmaya çalışmalıyım. Geceleri uykumdan uyanıp benden geriye kalana sahip çıkmalıyım, eğer izin verilirse bir gün sirklerin dağılmasını ve yeniden evime dönmeyi beklemeliyim…
Hoşça kal A.