Akşam olmuştu ve ikili, kasaptan aldıkları tavuk etlerini ateşte pişirip yemek için evlerine doğru yola koyulmuştu. Aaron'ın kafasında yarınki şölenden başka hiçbir şey yoktu. Prenses Gina ile tekrardan göz göze gelebilme ihtimali kalbinin hızlı hızlı atmasına sebep oluyordu. Düşünmediği bir an bile yoktu sanki Aaron'ın. Unuttuğu zamanlarda bile beyni ona oyunlar oynuyor ve bir yerlerde onu görür gibi oluyordu ve yine aklına getiriyordu prensesi.
Eve girdiler ve mumları yaktılar. Aynı zamanda Aaron, odunları şöminenin içine dizdi ve tutuşturmaya başladı. Dolis ise tavuğu ayıklamaya başlamıştı. Görünürde iyi bir ikili gibi olsalar da Aaron bu durumdan pek hoşnut değildi. Babasının ölümünden beri ilk defa biriyle aynı evi paylaşıyordu ve kendisini kısıtlanmış hissediyordu. En çok üzüldüğü konu ise zamanında annesinin dokunduğu ve okuduğu kitapları arkasında bırakmak olmuştu. Okuması çok iyi olmasa bile küçüklüğünden beri o kitapları eline alır ve annesinin yanında oturup okuyormuşçasına sayfaları karıştırırdı.
Yemeği hazırladılar ve yarınki şölen hakkında konuşmaya başladılar.
"Karnını çok fazla doyurma, yarın tıka basa yiyeceğiz zaten," dedi gülerek Dolis.
Samimiyetsiz bir gülüşle karşılık vermişti istemeyerek Aaron çünkü kafasında o an yemekler değil Prenses Gina vardı.
"Biliyorum, yıllarca yalnız yaşamak seni birazcık insanlardan soğutmuş ama artık beraberiz ve buna alışmamız gerekiyor. Ben de ilk defa ailemden uzaktayım ve her şeyi kendim yapacak olma düşüncesi bir korkutuyor. Önceden ne zaman yardım lazım olsa ailemden biri koşardı ama artık sen varsın. Bana her konuda yardım edebilir misin?"
"Elimden geldiğince," dedi Aaron, kafasındaki düşünceleri defedip.
"Teşekkürler. Aynı şeyi kendim için de söyleyebilirim. Benimle konuşmaktan çekinme. İçine kapanık biri olduğunu biliyorum ve bunun için seni suçlamıyorum. Muhtemelen senin yerinde olsam ben de aynı durumda olurdum."
Daha fazla konuşmadılar. Çünkü Aaron her zamanki gibi iç çekerek ve ufak tefek anlaşılmayan şeyler mırıldanarak konuşmayı noktalayıp duruyordu. Dolis ise üstüne fazla gitmek istemediği için, pek başarılı olamasa da, fazla konuşmamaya özen gösteriyordu. Yemekten sonra yataklarına yattılar ve son mumun titreyerek sönen ateşi, uyku zamanının geldiğinin habercisi oldu.
*****
Aaron şafak sökmeden uyandı ve yavaş hareketlerle Dolis'i uyandırmadan evden dışarı çıkmayı başardı. Kafasındaki şeyleri gerçekleştirebilmek için Dolis'in ondan uzaklaşması gerekiyordu. Şölen alanına doğru yürüdü ve çevredeki evleri kontrol etmeye başladı. Kraliyet Sarayı'na en yakın ve şölen alanını en iyi gören konumda bir ev bulmaya çalışıyordu. Kafasındaki planları gerçekleştirebilmek için bunu yapmaya ihtiyacı vardı. Saatlerce bütün meydanı yürüdükten sonra nihayet bir tane ev bulabilmişti. Meydanın ön değil, arka tarafından girişi olan bu ev; herhangi bir kaçış için çok idealdi ve pencereden direkt olarak şölen alanı gözüküyordu.
Evin konumunu etrafına bakarak kafasına kazıyan Aaron, tekrardan şölen alanına giderek orada çalışanlardan bilgiler almaya çalıştı. Evet, bir şölen vardı ama ne ile ilgiliydi bu şölen? Tüccarın söyledikleri ne kadar doğruydu bunu öğrenmek istiyordu. Tüccarın söylediklerine inanmak istemiyordu. Gina'nın ona ihanet ettiği duygusu içinde çığ gibi büyüyordu. Bir işçinin yanına yaklaştı ve ürkek bir ses tonuyla sordu Aaron:
"Şölen ne zaman başlayacak söyleyebilir misiniz?"
"Hazırlıklar gün batımına kadar sürecek. Ondan sonra da ziyafet ve danslar başlayacak," dedi adam başından savmaya çalışarak.
"Peki, bu şölenin ne için yapıldığını söyleyebilir misiniz?"
"Bunu söyledikten sonra beni rahat bırakacak mısın?" diye sinirli bir şekilde sordu adam.
"Evet," diye kestirip attı Aaron.
"Pekâlâ. Şöyle, bu bir evlendirme töreni gibi bir şey olacak. En azından benim bildiğim de bu. Prenses Gina'yı evlendirip krallığı güçlendirmeyi planlıyorlar. Krallık güçlenirse biz daha iyi yaşarız ve çocuklarımızı da aynı şekilde yaşatırız. Sonunda bu diyarlarda güzel şeyler olmaya başladı," diyerek sözünü sonlandırdı adam.
Aaron beyninden vurulmuşa döndü. Adama tek kelime etmeden arkasını dönüp uzaklaştı. Kafasında sadece Gina ve evlendirileceği adam vardı. Tüccar bunun Arat denen bir adam olduğunu söylemişti. Prenses Gina, demek başka krallıktan bir adam ile evlendirilecekti. Bu durum Aaron'ın kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu. İçinde sönmeyecek ve giderek büyüyen bir ateşin yandığını hissetti. Hissettiği şey kıskançlık duygusuydu.
*****
Öğlen olduğunda eve geldi ve Dolis'i endişeli bir şekilde evde beklerken buldu Aaron.
"Neredeydin dostum? Başına bir şey geldiğini sandım ama hiçbir yere gidemedim."
"Buradayım işte, şölenin ne durumda olduğuna bakmak için meydana gitmiştim sadece," diye kestirip attı Aaron.
"Artık beraber yaşıyoruz, bana da bir şeyleri haber vermen gerektiğini biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum," dedi Aaron.
"Sen bilirsin," diyerek kapıdan hızlıca arkasına bile bakmadan çıktı Dolis ve günün ilerleyen saatlerinde bir daha birbirlerini hiç görmediler.
Aaron kendine ateşte bir su kaynattı ve sabah soğuğunda üşüyen vücudunu ısıtmaya çalıştı. Aklında hâlâ prenses vardı ve ne yapacağını kendisi de bilmiyordu. Ona nasıl bakacaktı? Kendini ihanete uğramış gibi hissediyordu. Çok yakınının ona ettiği bir ihanet...
Düşüncelere dalmış otururken bir koku aldı burnu. Ayağa kalktı ve pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu. Koku hâlâ burnuna gelse de sıra dışı hiçbir şey göremedi ve ağır adımlarla kapıya doğru yöneldi. Kapıyı aralamasıyla birlikte koku şiddetini arttırdı ve sarhoşluk etkisi yarattı Aaron'da. Neredeyse sendeleyip yere düşecekti ki kapıya yaslanıp kendisini toparlamayı başardı. Birkaç adım atıp kendini sokağa attı ve kokunun onu götürdüğü yere doğru yürümeye başladı. Dar ve kalabalık sokaklardan gözü kapalı, sadece koklayarak yürüyormuşçasına insanlara çarparak yoluna devam etti. Köşeyi döndü ve karşısına ufak bir meydan çıktı. Daha önce buraya dikkat etmemesine şaşırmıştı. Etrafta küçük el arabaları ve satıcılar vardı. Bir tarafta rengârenk çiçekler varken diğer tarafta ise fırından yeni çıktığı anlaşılan dumanı üstüne ekmekler ve çörekler vardı. Burada koku birbirine karışıyordu ama Aaron, kendini zorlayarak onu çeken kokuya doğru yönelmeyi sürdürdü. Koku beyninde öyle bir etki yaratmıştı ki resmen birisi onu elinden tutup kokuya doğru çekiyormuş gibi hissediyordu. En son bir kapının önüne geldiğinde durdu ve kendine geldiğini fark etti. Koku bir anda kaybolmuştu ve ne yapacağını bilemez hâlde kalakalmıştı Aaron. Kokunun evin içinden geldiğini biliyor ama ne yapacağını bilmiyordu. Kapıyı çalmalı mıydı? Eğer çalarsa açan kişiye ne demeliydi? İnsanlarla iletişiminin kötü olması bu durumu daha da zora sokuyordu.
En sonunda kendini toparladı ve derin bir nefes alarak kapıya yavaşça vurdu ve bekledi. Kapı tiz bir sesle ağır ağır açıldı ve karşısında genç bir kız kim olduğunu soran gözlerle baktı Aaron'a.
"Kimsiniz?" dedi genç kız Aaron'ın konuşmayacağını anladıktan sonra.
"Özür dilerim. Bir an için ne diyeceğimi bilemedim," diye konuşmaya başladı Aaron.
"Evimde otururken bir koku aldım ve sanki sihirli bir el beni buraya kadar çekerek getirdi ve kapının önünde bıraktı. Kendime geldiğimde kapınızda dikilirken buldum kendimi," diye çekinerek anlatmaya koyuldu Aaron.
"Kapıyı açtığınız sırada koku tekrardan suratıma çarptı ve başım dönmeye başladı. Bu kokuyu hayatım boyunca hiç koklamamış olmama rağmen hatıralarımı canlandırdı ve beni geçmişe götürdü. Sanki bu kokuyu yıllardır biliyormuşum gibi çağırdı beni," dedi Aaron.
Genç kız şaşkın bir şekilde sadece dinlemekle yetindi Aaron'ı. Kendisi de ne diyeceğini bilemiyordu ama Aaron'ın içeriye bir adım atmasıyla kendine geldi ve istemsiz bir şekilde kendini bir adım geriye attı ve Aaron'ın içeriye girmesine izin verdi. Aaron içeriye girdikten sonra kız hiçbir şey söylemeden kapıyı kapattı ve Aaron gözlerini yumup kokuyu vücudunun en derinlerine çekmeye başladı. Genç kız onun ne yaptığını anlamadan Aaron kokunun nereden geldiğini bulmuş ve onun önünde dikiliyordu. Rafta bir cam şişe yarı dolu bir şekilde bakışıyordu Aaron ile.
"Bunu nereden bulduğunuzu öğrenebilir miyim?" dedi Aaron.
"Annemin hediyesi," diye geçiştirdi genç kız Aaron'ı.
"Enteresan. Gerçekten bu kokuyu daha önce hiç koklamamış olmama rağmen çok canlı hatıralar uyandırıyor bende. Hem de benim yaşamamış olduğum hatıralar..."
Gerçekten de onun yaşamadığı hatıralardı. Çünkü bu koku annesinin kokusuydu ve hatıralar da annesinin hatıralarıydı. Aaron bir an için annesinin hayatını kaybetmediğini ve yaşadığını düşündü. Hatıralar o kadar güçlüydü ki onun öldüğü gerçeğini kabullenmekte zorlanıyordu. Ama eğer ölmediyse neden herkes onun öldüğünü söylüyordu? Aaron düşüncelerden kurtulup gerçek hayata geri döndü ve geç kızın ona bakan gözlerini gördü.
"Ne oldu bana?" diye sordu yorgun bir şekilde Aaron.
"Bilmiyorum. Parfümün karşısında duruyordun ve bir anda yere yığıldın. Seni iterek buraya yatırmak için çok uğraştım," dedi genç kız.
Aaron gözlerini odanın içinde gezdirdi ve etrafın biraz daha karanlık olduğunu fark etti.
"Ne kadar zamandır yatıyorum?" diye sordu endişeli bir şekilde.
"Uzun zamandır. Neredeyse akşam olmak üzere," diye cevap verdi genç kız.
"Olamaz, şölene yetişmem lazım. Bana öylece bakacağına uyandırmak aklının ucundan geçmedi mi?" diye sinirli bir şekilde söylendi Aaron kıza.
"Denedim, ama uyanmadın. Sonra bir şeyler sayıklamaya başladın ve ben de bir daha uyandırmaya korktum."
"Ne gibi şeyler sayıkladım?"
"Bilemiyorum. Bir sürü bilmediğim isim söyledin. Aradan birkaç tane kelime yakalayabildim ve bunların en belirgini anne oldu."
"Benim... Benim gitmem lazım. Şölene gitmem gerekiyor, annemi görmem gerekiyor," dedi bir anda Aaron. Söylediği şeye kendisi bile şaşırmıştı.