yarı açık yarı kapalı mahmur bakan gözleri, nasırlı ellerinin gezdiği soğuk çarşafta ince, sıska bir beden aradı. parmakları bir iki saat öncesine kadar neredeyse cansız, ılık bir tenin konuşlandığı çarşafın kırışıklarına takılırken neler olduğunu daha yeni kavramaya başlayabilen zihninden geçen gerçek okkalı bir fiske bıraktı ensesine. daha düne kadar intihardan belki yüzüncü kez vazgeçirdiği kadının yokluğunu ilk defa bu kadar sert hissetti solunda. kaburgasını ezen bir betonun altında kalmışçasına acıyla kasıldı yüzü. kalkmayı denedi, gücü yetmedi. parmaklarının artık donduğu, tek bir hareket olsun sergileyemediği çarşaf ölümün haberini verircesine soğudukça soğudu. geceden açık kalan eski, cızırtılı radyoda gün boyunca birileri konuştu. evde bir hareket, bir can, bir aile varmış gibi akış sergiledi öylece. sabah yerini öğleye bıraktı, öğle çok geçmeden kızgın güneşini de alıp akşam serinliğine terk etti mabedini. bir kanalda tüm gün onlarca insan konuştu, kahkahalar döndü, ağlamalar duyuldu. hiçbiri eşinin değildi oysa. yattığı yerde, çaresizliği iliklerine kadar işlemiş bu adam, sol yanağındaki yastık izini ve uyuşukluğu bile umursamadan, uyandığı şekilde karısından kalan boşluğu izliyordu hala. derken bir ses duyuldu, gün artık tamamıyla geceye dönmüş, odanın açık kapısından içeriye çok az sızan ay ışığı adamın sırtını aydınlatmıştı bir çare. dalgın gözlerini yorgunlukla kapadı, birçok ses duyduğu zihni kara perde çektiği gözlerinin beraberinde sessizliğine büründüğü anda eski radyosundan duyduğu gerçek, saatlerdir tek damla akıtmayan gözlerinden soğuk, ölüm kadar soğuk bir damla bıraktı geceye.