Benliğimi keşfettiğim ve sürekli büyüdüğüm, geliştiğim ve değişen bir sürecim var. Yirmili yaşlarımda onun öncesinde yaşadığım çok çeşitli arkadaş gruplarım oldu. Beni kendime karşı kötü hissettirenlerle yolumu ayırdım. Çok değer verdiğim birisin tavsiyesi üzerine kendimde ki bu değişimin etkisi büyük. Canımı sıkanları görmezden gelmem gerektiği tavsiyesini mottom haline getirmeyi amaç bildim. O zamana kadar böyle bir becerim olduğundan haberim yoktu ve bile isteye evimin önünden geçip giden arkadaşlarımın sonsuza kadar beni üzeceğini düşünürdüm. Bu kasıtlı can acıtmasından kaçacak gücümün ve hatta acıyı tamamen kesecek bir tarafımın olduğunu öğrenmem bu yüzden çok önemli. Bilinçli kötülüğün anlaşılmaktan çok dışlanmayı, kucaklamaktan çok uzaklaşmayı hak ettiğini biliyorsunuz. Bunu erkenden size salık veren ve bazı işaretlere karşı uyaranların Allah ömrüne bereket versin. Ben o yaştan ve aslında tam olarak bu tavsiyeyi aldığım o ikindi vaktinden sonra bazı şeylere tahammülü ciddi ciddi öğrendim. Sonra kendimin bu yeni halini çok sevdim. Gittikçe azalan acı karşısında, dönüştüğüm şeyin ya da bu yeni sürümün keyfini alıp hayatımın tam ortasına koydum. Sonuçta neye üzülüp neye üzülmeyeceğimizi seçebiliyormuşuz ve benim hem üzülmeyip hem de keyiflenmem yeni bir şey.

Hayatımın birçok döneminde, önümden geçip giden arkadaşlarım oldu. İçimde bir yerlere değip beni darlayan ve buna canımı sıkmam için zorlayan çok şey de yaşadım. Elbette taş mıyız duvar mıyız, sizin derdiniz ne be kardeşim diye hafif çaplı sitemleri dillendirdim kendimce. Ama bir süper güç gibi zor zamanlarda ortaya çıkan ve beni üzüntülere saplanmaktan alıkoyan şeyin de yerini tam olarak biliyorum;

Açıl susam açıl bak ne insanlar var? Kapan susam kapan, bizim bunlarla ne işimiz var?



Kendimin ne olduğuyla ilgili sürekli gelişip değişen bir sürecim var. On yaşındayken annemin beni dışlayan arkadaş grubuyla ilgili verdiği fikir sayesinde canımı sıkanları görmezden gelmeyi öğrendiğim zaman keşfettim bunu.