Evet, açlık derken burada kıtlıktan ve kıtlık yüzünden oluşan besin kıtlığından bahsetmeyeceğim. Bahsedeceğim açlık soyut bir açlık. Bu açlık nedense farklı zümreler tarafından kontrol edilmekte ve insanın o derinindeki açlık yerine daha ziyade midesindeki açlığın doyurulmasına ihtimam gösterilmekte. Yanılmıyorsam birkaç düşünürün bu konuyla alakalı yazılmış birkaç sözü vardır ama yazılmış hangi söz hak ettiği değeri görmüştür ki? İnsan öyle tuhaf bir varlık ki. Bana göre tarihi ve medeniyeti oluşturan açlık korkusu ve güvenlik tehdidi, bugün bizi bu noktaya getiren en büyük etkenlerden ikisi. Fakat zaman içerisinde insanın kendisi için çıktığı bu uzun yoldaki büyük yürüyüşü kendisini fark etmesini sağladı. Kendisini keşfetti. Pek çok şey yaptılar. Koskoca kâinatta bir zerre olan dünyayı sarsacak pek çok şey yaptılar. Fakat evren, bunun ne kadar farkındaydı bunu bilemeyiz ama insan artık eskisi gibi dünyayı evrenin merkezi olarak görmüyor ve gerçek evreni fark etmeye başladı. Evreni fark edince korkuları geçti mi peki? Hiç sanmıyorum. Bu fark ediş bazı korkuları daha arttırmakla beraber bir şeyi de arttırdı: Açlık!

Günümüzde insanlar fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek için ortalama sekiz, on veya on iki saat çalışmakta. Daha az çalışıp daha çok kazananlar, daha çok çalışıp daha az kazananlar ve görece çok çalışıp çok kazananların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu üç kategori dışında olanlar da vardır tabii ama o kadar detaya girmek istemiyorum. Çünkü bu detaylar başka bir konunun malzemesi. İnsanın zaman içindeki bu yolculuğu, onun her yere yayılmasını, yerleşmesini, büyüyüp olgunlaşmasını sağladı. Yerleşti, tüketti, göçtü veya yok edildi. Sürekli arayış devam etti. Şükürler olsun ki bu arayış hiç bitmedi. Düşünüyorum da bu arayış hiç olmasaydı zayıf varlık olan insan nesli devam edebilir miydi? Bence medeniyeti o arayıştaki insanlara borçluyuz. Çünkü onlar ne aradığını bilmiyor olsalar bile o merak duygusu onları harekete geçirdi. İşte o merak duygusunun kaynağı bence açlıktır. Lakin burada ilginç bir şeye dikkat çekmek istiyorum. İnsan, karnı doyduğu vakit bir süre dinlenir ve tekrar acıkacaktır ve bunun için sürekli hareket içerisindedir. Bu sürekli hareket belli bir süreyi aşınca insan artık yaratıcı düşünemiyor ve dinlenmeye ihtiyaç duyuyor. Bu sürekli hareket sadece beden için değil beyin için de geçerli. İçinde bulunduğu durum zorlaşırsa iflas eder en sonunda. Fakat bir durum sürekli olarak tekrarlanırsa insanın sürekli olarak buna dur dediği de olur. İşte bu dur dediği anların oluşmasına sebebiyet veren şeylerden biri de bu açlıktır bence. Bu açlık insanı insan yapan şeydir.


Peki, nedir bu açlık ve açlık sonrası oluşan boşluk? Bunu tanımlayabilenler vardır belki ama gerçekten tanımlayabilmiş olsalar insanlık daha farklı bir noktada olmaz mıydı? Sırf tanımladıkları için sorun çözülmüş olur ve artık belki ilerleme bile olmazdı. Çocukken kaldığım ilçeyi saran dağların ötesinde ne var diye merak ederdim. Çünkü bulunduğum yer bana yetmiyordu. İşin komik tarafı bildiğimi ve doyurmadığını zannettiğim yer ile alakalı hiçbir şey bilmediğimi de o dağları aşınca fark ettim. Bence o açlık ve o boşluk, kendimizi keşfetmek ve neler yapabileceğimizi görmek için oluşuyor. Çünkü insanın içinde bulunduğu şartlar ona her zaman eksik olduğunu hatırlatır. Kimileri bu eksikliği kabul edemez ve kaçmaya çalışır eksikliğinden, zayıflığından fakat kaçarken daha çok yaklaşır kaçtığı şeye. O zaman anlar ki bu kaçış beyhudedir. Çünkü kaçtığı şey bizzat kendisidir. Kaçtığının kendisi olduğunu fark edince artık eksiklik ve zayıflık büyük, çok büyük gelir gözüne. Oysa başta yanlış anlıyoruz. En başlarda hiç umursamadığım ama yaş aldıkça çok değerli bir söz var: İki dinle, bir söyle. Bu boşuna söylenmemiş bence. Ben dâhil, bence tüm insanların büyük bir sorunudur dinlememek. Belki dinlesek, açlığı da anlarız. Fakat şükürler olsun ki açlığı anlamamışız veya anlamışızdır ama işimize gelmemiştir. Bu sayede insan zekâsının ürünü olan teknolojik sefa ve cefa dönemini yaşıyoruz. Şükürler olsun! Özellikle cefası için.


Bence açlık bizi, bir yazarın deyimiyle kişisel menkıbemizi gerçekleştirmek için ortaya çıkıyor. Herkeste bu açlık öyle ya da böyle ortaya çıkmıştır fakat hikâye bundan sonra başlar. Kimi bu açlığı anlamaya çalışır ve dağları, çorak toprakları, çölleri, kavurucu sıcağı, dondurucu soğuğu ve kendini aşar. Kimi de bu açlığı bastırma şekli olarak kendinden öncekilerin yaptığı gibi yapar. Nedir bunlar: iş bulur çalışır, başarılı olur, başarının hazzını yaşar veya evlenir, çocuk yapar, kalabalıklaşır ve o kalabalıktan aldığı sevgi saygı ile yaşar ve bir süre sonra da dünyadan göçüp gider. Belki mutlu bir şekilde göçüp gider ama açlığının peşinden giden kişi için bu durum geçerli midir bilinmez. Çünkü öyleleri hep mutsuz olarak tanımlanır. Bunun bir sebebi de belki o açlık sayesinde ve o açlığın gücüne kanarak dünyayı değiştireceklerini zannederler. Oysa o açlığın sağladığı motivasyon da güç de tamamen bizim yanılsamamız. Bu yanılsama sayesinde büyük şeyler de yapabiliriz. Ne kadar büyük olursa olsun sonuçta insan zihninden öteye gidemeyeceğiz. Evrende yankısı, sesi bile olmayacak bu gürültünün. Sadece insan zihninde yankılanacak. İşte o zihin öyle büyüleyici bir şey ki evrende sesi bile edilmeyecek şeyler yapsa bile, o evrenin içine girmeye ve onu tanımaya çalışmaktan geri durmuyor. Bu açlık bizi nereye götürür bilinmez ama götürdüğü yerde ne olduğunu anlamaya çalışmak, değerlendirmek de yine insanın yaptığı bir eylemdir. Belki içimizde oluşmuş bu şey bir armağandı, ya da hayvanları göçe çıkaran duygudan farksızdır.


Bunu hayvanlar sorgulamıyor ve yola çıkıyorlar. Kalanlar ise bir yolunu buluyor veya yok oluyorlar. Göç eden de yok oluyor etmeyen de. Mesele burada işte. Her türlü bulunduğumuz ortamda, bizden sonra gelecek olanlara göçebilecekleri veya oldukları gibi yaşayabilecekleri imkânların oluşmasına yardımcı olmak. Açlık bunun için var bence. Bencilce bir başlangıç yapsa da zamanla form değiştirebiliyor veya o bencil arzu, topluma faydalı olacak şeye ilham olabiliyor. Bütün mesele bu bence: açlığı dinle ve bir söyle. Bu sayede doymasan bile belki açlığın hala diri kalır ve açlık kendine, sadece kendine hizmet eder hale gelecek. Belki bu açlığın saf haline uyulması doğru olur ve belki ideal olana bizi yaklaştırır. Açlığınızın peşinden gidin demeyeceğim ama açlığınızı dinleyin ve bakın bakalım ne diyor.