Ölümden kaçarken gözlerine düştüm,
Ölmeyince gözünden.
İzledim sesinin mavisini,
Dinledim gülümseyişinin sonlanışını,
Ve kedilerin sırlarını anlatışın.
Dünyaymış meğer gözünü cennet saydıklarım,
Vebaymış saçına toka sandıklarım.
Ben ne bir gurur kaynağı,
Ne bir çorak arazi.
İçim bir klostrofobik mimarin eseri.
Dilimde hep,
Halkın anlamını hiç ettiği kelimeler,
Bir daha yüzüne bakılmayacak şiirler.
Sığamadım yeryüzüne, eğildim altında gökyüzünün
Yalnız gecelerde,
Boğazımda keskin yıldız yaraları pahasına,
Yalnız gecelerde doğruldu gövdem.
Ben yokken öğrenmişler.
Taşları kum yapmayı, gökyüzüne ev yapmayı
Hatta,
kuşlardan uçmayı.
Henüz ben kendimi tamamlayıp içimden kanatlanamazken.
Yoksa kaldık mı geride?
Ben ve benim gibi etten kemikten olduğuyla övülen peygamberler?
Kızgınım,
yağmurların terk ettiği çöller kadar.
Hep bir ecza tadı ağzımda,
Ruhuma diz çöktüren.
Kaç şafak saydım bu karanlıkta?
Kaç bir şekilde yaşayacağım daha?
devlet dairesinde köylü, mektepte yoksul, güneşli şehirde karanlık
Bakmayın öldüğüme.
dert degil bulurum hep bir azınlık kendime,
belki etnik belki kirli.
Zaten ölmedi mi tanrıyı öldüren adam,
Sokakta bir atın kahrından?