Tütün geceyi çıkartmayacak besbelli. Geçenlerde aşık oldum, 'O'ndan olmazmış öyle şeyler', öyle dendi. Affedersiniz çok içmişim, şapşal gibi. Para da öylece bitti... Ama haksız mıyım, siz deyin; tutkumu tutamam, zaptedemem ki! Ben anlatamıyorum, gel de sen anlat, diyorum. Gelemem, dedi. Ben O'na gidemiyorum, O bana gelemiyor. Niye böyle oldu, sorarsanız anlatırım. Neyse, şimdi şimdi zaptedebilir oldum. Ama tutkuma ayıp oldu.
'Tutup şap diye öpmeliydim dudaklarından' diyor Zafer Akkaş, 'Güzele' adlı şiirinde. Şap diye olmasa da usulcaydı. Affedersiniz ama, beni kimse böyle güzel öpmedi. Sanki çölde birkaç damla su gibiydi ya da sulu bir yeşil yayla elması. Kalbimde bir genleşme, çıtırdama sesi geldi. Elini koysa O da hissederdi. Keşke O da anlatsa, ek yapsa şuraya bir yere, lafımın arasına. Göremez oldum. Niye mi, sizinkiyle aynı; işçiyiz, emekçiyiz! Kahrolasılar sömürüyor bizi de biz bir kere daha yeşil elma yiyemeyelim.
Bilir misiniz bilmem, starking elmalar daha olmadan yaylada onlara bir çubuk saplayıp elmaları analarımızın ekmek attığı odun ateşinden arta kalan köze sokardık. Yumuşacık, sulu sulu olurdu. Elmalar közde için için pişerken 'pat küt' diye sesler çıkar, oradan anlardık; 'hadi çıkaralım şunları, vaktidir'... Bizimkiler tahta köşkte, közde demlenmiş çaylarını içer, 'finger' ya da arasına gül lokumu basılmış 'petitbeurre' model biskivülerini yerken, biz elimiz yana yana, bir yandan da elmayı üfleye üfleye ikiye, dörde bölerdik. Rakım 1640, yer Mersin, Mut, Kozlar Yaylası. Yaz sonu ama hava soğuk, yünden ceketler var üstümüzde. Ben bir şarkı tuttururdum, halamın oğlu Fatih keyiflenirdi. 'Ben de sana sûre öğretcem kuzen' derdi. Halamlar şarkıyı duyar, 'Gece gece türkü mü söylenir, gaç!' der, beni sustururdu. Sonra bir sûre öğretisi başlar, onlar da çayına, sohbetine dönerlerdi; sanki hayat sadece 5 vakitten ve yemek-içmekten ibaretmiş gibi...
Aa, az kalsın unutuyordum; akşamüstü, çekirdeğini kapan 'yolboyuna' çıkardı. O zaman telefonlar çekmiyor. Şehri gören virajda birkaç SMS okunur, sevdikler kontörlü hatlarla bi' aranırdı. Ne kıymetliydi o hasret gidermeler... Bir de gençler o yolboyu denen akşamüstü yürüyüşlerinde birbirlerini görürlerdi, beğenenler ertesi gün yine denk gelmek için tam vaktinde yolda olurlardı. Tabii operatörün çektiği o virajda ayrılıkların haberleri de alınırdı. Bunlar da hayatın içinde elbette. Ama zordu, çaresiz hissettirirdi. Onca yol, mesafe... Hele bir de kontörünüz yoksa, vay halinize...
Sabah en güzel yumurta sizinki. Öğlene düdüklü tencerede o zamanlar, bundan 20-25 sene önce, ucuz olan kuru fasülye, ama kuzu etli ona göre, köy tereyağına bulgur pilavı, önceki el yapımı yoğurdumuzla mayalanmış az evvel sağılmış sütten el yapımı yoğurt ayranı ama alüminyum kaplama bakır tasta buz gibi içilecek, bir de kaynaktan gelen her şeyin de içinde olan bol mineralli ilaçsız su, o da o tasta... Her şey çok gerçekti.
Ama şimdi, ne elma var ne de olanlar sulu... Tam diyorum, işte bu; ne türkü söyleyebiliyorum keyifli ne de sûreler geri getiriyor O'nu!