Yoksulluktan kararmış evlerin penceresinden geceye göz kırpan sarı ışıklara baktı bir süre. Bacalardan süzülen dumanın kokusunu ölüme benzetti. Ölüm böyle kokuyor olmalıydı. Sobada yakmak için kapkara kömür keseklerini keserle kırıp ufalayan annesinin ellerini hatırladı. Çatlamış nasırların arasına dolan kömür tozunun oluşturduğu çizgiler sanki yazgıyı anlatıyordu. Babasının, herkesin uykusunu bölen geceyi gündüz eden öksürük seslerini duyar gibiydi. Son nefesinden birkaç saat önce doktor şöyle demişti:

"Abi bu sigara öldürecek seni. Bırak artık. "


Belki kömür dumanı, belki sigara ve belki de aslında hepsinin toplam adı yoksulluk... Üç gün önce babasınının mezarına toprak atarken kimsenin duymayacağı bir sesle, "Yoksulluk baba yoksulluk..." diyebilmişti sadece. 

Bir kitapta okumuştu insanların bir zamanlar aynı mağarada aynı ateş etrafında toplanıp hesapsız yaşadığını. Şimdi neydi varlık ile yokluk arasına çekilen bu çizginin anlamı? Kim çekmişti bu çizgiyi ve neden? Kimler kimler bu çizgiyi silmek için uğraştı? Ahh ah... Kimi canını verdi bu çizgiyi yok etmek için, kimi de can sattı, mal çaldı çizginin öte yanına geçmek için. 

Şimdi bu zehir soğuk kış akşamında, bu sadece akşamları yol geçen küçük, yoksul, can çekişen kasabanın tren istasyonunda nereye gidiyordu?

Adına gurbet denen ekmek kapısının ardında bulacağı lokma kaç boğaz doyururdu ki? Ya da gece gündüz it gibi yorgun ve kimsesiz savuracağı emek kaç umut yeşertir?

-Kardeş pencereyi kapat. Hava buz gibi. Tren kalkacak hadi!

-Tamam abi...

Pencereyi kapatıp dağın yamacına sinmiş hasta kurtların gözleri gibi solgun ışıldayan sarı ışıklardan hasıl gece kondulara baktı bir daha. Kendi evini seçmeye çalıştı. Hangisiydi?Seçilmiyordu ki kapının önünde tüm haşmetiyle duran dut ağacı. 

Tren, düdüğünü çaldı. Uğurlayan eller havada, uğurlanan eller camda... Bir veda havası kömür dumanından daha keskin ve ağır. Kimsesi yoktu uğurlayan. Dağın yamacındaki en soluk ışıklı evi seçti ve kaldırdı elini. 

Lokma derdi ne ağır şeymiş. Gurbet, ağacın köküne vurulan balta değil de nedir? Babası ölünce insanın, on beş yaş bahar değil gurbet kokarmış. Ah babam, ah gurbet...