Örümcek kafalı, yobaz naralarıyla gerisin geriye döndüm. Kafamda beyaz bir takke elde tesbih ve derviş misali hırkam... Tesbihi şekilli sallamak değil de zikir için bulunduruyorum diye yobaz denmesine alışkındım esasında. Ancak örümcek kafalı da ne demek? Bu kadın aklımın içini nasıl böyle okuyabilir? Bu mümkün mü? Zihnim sevr mağarasından hallice, Ebubekir ve Hz. Peygamberden farkım ben müşriklerden değil müminlerden kaçıyorum. Yamalı bohçam, flu akıbetim, gözlerime inen stor perde, ibret-i alem yaratıklar ve söverek terk ettiğim dergah, bedenimden evvel berzahı boylamış inancım...
Bana ait olan yegane şeyi çaldılar, mütemmim cüzüm inancım gitmiş. Falliğin teki yobaz demiş çok mu?! Orangutan cüsseli, saçına tüm renkleri atmış karı, taşımak için vinç operatörü olmak gerekir bu gökkuşağı saçlı aborjini. Bıraksak beni çiğ çiğ yer, cübbemi tatlı niyetine çiğner çingene. Nasıl olacak bu böyle? Beni benden olmayan sevmiyor tamam da benden olanın bana nefreti neden? Benim bana nefretime cevap ne? Ya da benden bana olan hiç mi bir şey yok? Sanırım benden diye bir şey yok. Her şey ikiye ayrılıyor; benden olmayanlar ve bana olmayanlar. Benden bana mı, yok öyle bir şey.
Aha işte geldi açıldı gene o soktuğumun aidiyeti. Kavram fetişimiz tuttu gene. Neymiş bu aidiyet, lügatte bağlanma ve evde olma hissi diyor. Bense kiminin kıçı kiminin başında kimininse dizinde olmaktır diyorum. Kenetlenmektir aidiyet, bilinçten bağışık dürtülerin seyrinde. İnanmaktır eziyet çekerken huşu içinde zikir çektiğine, sevmediğin sofilere biat etmektir , önder yahut reis edinmektir aidiyet. Benimse hayatımın şeyhi pavyonda loca kapatıyor. Zorla dayıyor ağzıma şişeleri, koluma kimyasallar basıyor. İç diyor iç ki uyuşasın, uyuş ki inanasın diyor. İçtikçe uçuyorum ve bunu takvaya bağlıyor şeyhim. Malum şiirdeki gibi "70'lere" değil de bitmişlere uğurluyor beni. Sanırım takvam bitiyor, ayaklarım yere basıyor çünkü şu an. Şeyhim bir yanılsama, şeyhim bir illüzyon... Müritler hokkabaz, şapkadan fetva çıkaracak kadar muktedirler.
Dibine kadar giriyorum palyaço kılıklı karının. Kim ulan yobaz diyorum kim? Şeyhini kalaylayan ben mi yobazım? Nerde mor saçlı görse peygamber edinen sen mi? Fanusunu kırıp deryaya firar eden balık mı korkak? Yoksa okyanusa burun kıvırıp üçüncü sınıf barların klozetinde boğulan sen mi? Bırak bu işleri, verdiğim mücadelenin binde birini veremedin o mor döviz ve pankartlarınla. Lakin kabul etmek gerek binde birini hissedemedim sendeki aidiyetin. Aidiyetime ait değilim, hayatım aidiyetsizliğe aidiyetten ibaret. İhanet ettim özüme ve sudan çıkmış balık gibi çırpınıyorum hani nerde hakikat diye? Sanırım hakikat aidiyette, ait olmakta, benimsemekte, içselleştirmekte... Bazıları da apolitik diyip geçiyor, oysa ki tüm politiklere muhalif olmak da politik bir duruş değil midir? İdeolojik değil midir ideolojisi olmamak? Yani ideolojisiz olmak da bir nevi ideolojikliktir. Neyse saat ilerliyor, ilerledikçe de Hegel'e bağlıyor zihnim. Hegel neyi mi savunur çok mu mühim soytarı karı? Ortamlarda masaya en güçlü kartın olarak sun gitsin işte.
Kabul tamam, ben de hergele dürzünün tekiyim. Maksat gönüller bir olsun kadın ve erkek de eşit. Bu esarette eşit ölçüde tutsağız neticede. Tahterevalli dengede dursun. Düzen düzedursun, düzülen biraz daha büzülsün. Bizler de süzülelim ufaktan. Şeyhim overdoselu bir son layık görmüş. Takvadan ölecekmişiz öyle diyor, zayıflarsan sen de komşu olacakmışsın bize. Sana da bir yer çevirecekmişiz Kevser manzaralı bahçemizde. İntikamını da saikini de al gel öyleyse. İğne ipliğe dönmenle ırmağa itmen bir olsun beni. Öldükçe dirileyim, dirildikçe öldür beni. Bu seni belki muzip yapar fakat en afili ölüm bile insan yapamaz bu hayatsız müridi!