Gençlik kaggılarıyla bezen iş hayatında psikolojik git eller arasında dolanıp duruyordum. Sanki etrafımda ki her şeye geç kalmışım, bir daha yapmak istediğim hiç bir şeyi yapamayacak gibi hissediyorum. Kitabın sonunu o kadar çok merak etmeye başladım ki, içinde ne yazdığını unuttum temelde.
Bütün bu hayat karmaşası, kendini arama durumu ve bundan kaynaklı sürekli olarak kim olduğunu tanımlamaya çalışma çabası beni metal olarak yordu. Ayrıca bu yüklerin ağırlığı yetmezmiş gibi toplumda da kendime bir yer tanımlayıp, orada durmam gerektiği algısı vardı. Çünkü sadece beni tanımlayan tek bir etikete sahip olabilirmişim gibi hissettiriyordu hayat. Eğer yapmak istediklerimi, olmak istediğim yeri sesli söylersem hepsi olamazsın diyordu toplum bana.
Bütün bu bunamlımların ve çaresiz çırpınışları arasında doğaya çıkma çağrısına kulak vermiştim. Bu çağrıya kulak verirken bile etrafımda ki insanların tek mi gittin yoksa arkadaşınla mı sorusu bile komik geliyordu. Nereye nasıl gideceğimi sorgulamayan insanlar, cesur duruşumdan kaynaklı hala beni sınava tutma gayesindeydiler. Bazı sorular yanıtsız kalmalıdır, bende onları yanıtsız bıraktım.
Gittiğim bu doğal alanda, sürekli gelecekte nasıl olurum diye kendime sorduğum soruların cevabı tam karşımdaydı. Yaşları ortadan başlayan ve bir kısmına yaşlı diyeceğim bu insanlar tıpkı benim gibi yaşayarak koca bir ömür geçirmiş ve bu yaşadıkları ömürde kendilerine çok güzel yol arkadaşları bulmuşlar. Yani aslında olmak için çabaladığım ve herkesin senin kafan karışık dediği o insanlar karşımda duruyorlardı.
Beni ne kadar mutlu ettikleri ve hayat enerjimi yeniden umutla doldurduklarını tarif edemem. Neredeyse bir aydır hiç seyahat etmeden geçirdiğim bugünlerde, acabalarımın canlı kanlı yanıtlarıydı.
Hayat tecrübelerini dışında dünyaya baktıkları pencerelerde o kadar renkli, merak dolu, ışıl ışıl ve yaşam doluydu. Ben kendime yapabilir miyim diye sorarken, kendimi sürekli toplumun en dış köşesinde görürken onlar yapmışlar ve kendilerini ait oldukları yeri bulmuşlardı.
Hep gitmek istediğim ama kendim için doğru vakti beklediğim o dağın eteklerinde bir yerlerde bu güzel insanlarla kamp atmışken, hepsine sizi seviyorum dedim içimden. Yaşamın yalnızca bize öğretilen çerçevelerden ibaret olmadığını, kendi yolumuzu çizebileceğimizi ve bu çizgilerin tamamen bizim hayattan ne istediğimize ilgili olduğunu gösterdi bu güzel insanlar.
Herkesin dahil olduğu filmlerde ki gibi büyük bir sofra kuruldu. O sofranın en kenarında ben oturdum. Ben büyürken, bütün hayatım boyunca tek başımaydım. Hatta size yazdığım bu satırlardan bile önce tek başıma yemek yedim. O kocaman sofrada, gözlerim doldu. Yalnız büyümenin verdiği kalp acısına sonunda birileri pansuman yapmış ve sevgiyle sarılmıştı.
Ayrıca evde yalnızlıkla geçen günlerimin arasında hafif başlayan sosyal anskiyetem, artık insanlarla konuşmama engel oluyordu. Bir daha kimse benimle iletişim kurmak istemeyecek gibi hissediyordum. Hiç bir sebep yokken, sadece beni görünce hoşgeldin diyen, bir anda sarılıp beni sahiplenen kadına abla demek istedim.
İlk defa olduğum kişi itilmemiştim, dışlanmamıştım ve yadırganmamıştım. Ve bunu yapan büyüklerim olunca, sonunda sürekli hayatta yaptığım her işte kabul görme duygum da aynı derecede iyileşmişti.
İşte o an, sandalyeme yaslanıp içinde kaygısız, şüphesiz benim yuvam Yeryüzü dedim. Kilometrelerce yol, sayısız şehir, köy derken toprak beni pişirmiş, geliştirmiş ve mutlu olacağım yere bırakmıştı. Bugüne kadar yaşadığım hiç bir şeyin sebepsiz olmadığını gördüm. Anlamsız gelen her şey, o kısacık mutluluk ve şifalanma anında anlam bulmuştu.
Mustafa Tüylek
2024-10-27T21:59:37+03:00Tebrikler Özge'cim çok güzel yazmışsın, ama yaşlı değilim :))