İyi akşamlar sevgilim.

Çıktın mı işten?

Yorgun mu göz kapakların?

Hangi fabrika bacasına bıraktın yüreğini de sanayiyi besledi kara gözlerin?

Patronun kıydı mı ince gururuna bugün de?

Bir çift göz var mı seni bekleyen evinde?


Kaç asır geçti yüzünü görmeyeli? Kaç kere patlattılar yönünü sana çevirdiğim tekerleğimi? Bu kaçıncı can çekişim beni bıraktığın sularda? Kaç pranga eskittim yokluğunda? Bilmeden gönlünü mapus eylemişin de bana, yıllarca oturmuş gıkım çıkmadan bileklikler örmüşüm çocuklara içinde. Dışarıdan kaçarken bulmuşum içerinde kendimi de, nereden, nasıl düştüğümü bile sorgulamamışım tek bir Allah’ın günü. Oturmuşum akşamları dizlerinin dibine ve süt dolmuş avuç içlerim.


Bir gün şöyle demiştim sana;

Dışarısı yıldızların patlatıldığı, güneşin kanatıldığı, çocukların ağlatıldığı bir özgürlükse, ben gönlünün hapsindeyim, koyverme beni ellere.


O gün kalkıp yıldızlar dikmiştin duvarlara. Betonun tenine güneşi işledin. Çimentoyla sudan harç yapmadan çiçekler doldurdun içlerine. O gün anladım sen benim yeryüzündeki en özgür bağlılığımdın ve ben tüm suçlardan uzak senin hapsindeydim.