Özgürlüğün Köleleriyiz.
Ancak özgürlükten yoksun olanlar özgürlükleri uğruna savaşma hakkına sahiptirler.
Özgürlük, özgürlükten yoksun olmak, Kunta Kinte’nin hikâyesi. Kunta Kinte de aslında “alışılagelmiş” özgürlük topluluğunun içindeydi, ta ki kaçırılıp köle yapılmaya çalışılana kadar…
Öncelikle burada özgürlük kavramını ele almak istiyorum. “Özgürlük” herhangi bir koşulla sınırlanmama, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu. Yani aslına bakarsak biz düşüncelerimizle, davranışlarımızla özgür bireyleriz. Peki gerçekten özgür müyüz? Ya da özgürlüğümüz kısıtlanırsa, elimizden alınırsa ne olur? Şunu belirterek başlamak istiyorum: “Akıl sana ait değilse ruhun özgür kalmaz.” Bizleri yöneten unsur fikirlerimizdir, fikirlerimiz beynimizde bir araya gelir ve vücudu yönetir. Vücudun yönetimi ise ruhumuzu tatmin eden etken olarak karşımıza çıkar. Ama ne yazık ki herkes fikirlerinde özgür değil. Mesela Kunta Kinte’nin hikâyesi… Kaçırılmayı o istemedi ama istemediği bir durum olsa bile bu onun kaçırılmasını önlemedi. Ne yazık ki biz fikirlerimizde özgür olsak bile dış etkenler bunu engelleyebiliyor. Kunta Kinte’nin hikâyesinde de olduğu gibi... Öyle ki özgürlüğüne kavuşmak için dört defa kaçma girişiminde bulundu ama yine yakalandı. Ve önünde iki seçeneği vardı, ya hadım edilecek ya da sağ ayağı kesilecekti. O ise sağ ayağının kesilmesini seçti ve kaderine boyun eğmekten başka çaresinin kalmadığının farkına vardı. “Özgür olmak adına terk ettiği şey aslında onu o yapan şeydi.” Yüzyıllar önce yaşanmış bir gerçeklikti bunlar, şimdi bir de günümüze bakalım.
Aslında özgürlük diye bir şey yok. Kimse özgür değil, zaten Kunta Kinte de özgür değildi. İnsanlar istediği gibi davranıyor, onlar istedikleri gibi davranınca özgür olduklarını düşünüyorlar. Ancak gerçekte öyle olmuyor, aslında bu durum özgürlüklerini daha da kısıtlıyor. Lakin bunu farkına bir türlü varamıyoruz.
“Gerçekten özgür müyüz?” sorusunu yeniden ele almak istiyorum. Literatüre göre özgürüz, bunu şöyle açıklayalım: Devlet topluluklarındaki her birey, bir başka bireyin özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece istediğini yapmakta “özgürdür.” Ama ne yazık ki gerçekte işler böyle yürümüyor. O birey benim özgürlüğümü kısıtlıyor. Ben diğerinin, diğeri bir başkasının… Bu böyle sonsuza dek sürecek olan bir döngüdür. Basit bir örnekle açıklayalım: Aslında tek bir kelimeyle bunu anlatmak mümkün. “Sömürgecilik.” Evet, yanlış duymadınız, “Sömürgecilik.” Güçlü devletler güçsüz devletlere karşı bir savaş ilan ediyor, bunun sonucunda o güçsüz devletleri ele geçirip o kara parçasında bulunan yeraltı kaynaklarını, yetiştirilen gıda malzemelerini ve aklınıza gelebilecek ne varsa hepsini sömürüyor. “Adeta bir kara delik gibi ne var ne yoksa hepsini içine çekiyor.” Bakın, Afrika’ya gözlerinizi çevirin, yönünüzü dönün, bakın. Açlık göreceksiniz, açlıktan ölen insanlar… Yoksulluk göreceksiniz, biz her gün onlarca kap yemeği çöpe dökerken orada insanların bir parça ekmeğe, bir yudum suya, bir sıhhat nefese ihtiyaçlarının olduğunu göreceksiniz. İnsanların kendi öz vatanında yabancılık çektiğini, herhangi bir yere ait olma hislerinin olmadığını göreceksiniz. Sadece daha çok para uğruna özgürlüğü çalınan hayatlar göreceksiniz. Bakın oraya, orası “Kara Kıta Afrika”, orayı bu hale sömürgeci devletler getirdi, güya o çok özgür devletler var ya, Afrika’yı bu hale onlar getirdi. “Danimarka, Amerika, İngiltere…” O özgür devletler kendi özgürlükleri adına bir başkasının özgürlüğünü kısıtladılar, bakın olay yine yukarıda bahsettiğim döngüye varıyor. Peki insanlar bu döngüden, bu esaret zincirinden nasıl kurtulur? Ya da kurtulabilir mi? Mümkün müdür bu? Sözde o çok özgür topluluklar açgözlülüğü bir kenara bırakırsa belki bir nebze de olsa özgürlüğümüzü geri kazanabiliriz. Ancak bırakmazlarsa, ki bırakmaya da hiç niyetleri yok, kendilerini kandırıp sözde o çok özgür topluluklar buhranında yok olmaya yüz tutacaklardır. Biz bu düzene, bu zulme başkaldırmazsak! Soru sormayıp bunca acımasızlığa, haksızlığa itaat edersek bu adaletsizliğin, eşitsizliğin sonunu nasıl getirebiliriz? Şimdi soruyorum sizlere: “Soru sormayan, itaat eden bir toplumdan daha iyi köleler olabilir mi?"