"Tek bir kişinin mutlak yönetimi altındayken despotizm ruha dokunabilmek için kabaca vücuda dokunuyordu, ruh da bu darbelerden kaçarak zaferle onun üzerinde yükseliyordu fakat demokratik cumhuriyetlerde zorbalık hiç de böyle işlemiyor, vücudu bırakıp doğrudan ruha yöneliyor. Artık efendi, ya benim gibi düşüneceksiniz ya da öleceksiniz demez; şöyle der: Benim gibi düşünmek zorunda değilsiniz, hayatınız, malınız mülkünüz, hepsi sizde kalır ancak bu günden itibaren aramızda bir yabancısınızdır. Medeni haklarınızı korursunuz ama bunlar hiçbir işinize yaramaz olur zira hemşerilerinizden sizi seçmelerini istediğinizde size oy vermeyecekler, onların sadece saygısını istediğinizde bile bunu esirger görünecekler. İnsanların arasında kalacaksınız ama insan olma hakkınızı yitireceksiniz. Benzerlerinize yaklaştığınızda pis bir varlıkmışçasına sizden kaçacaklar, sizin masum olduğunuza inananlar bile sizi terk edecekler zira icabında onlardan da kaçılacak. Güle güle gidin, canınızı bağışlıyorum ama size bıraktığım hayat ölümden de beter."
Kitabın bu kısmını okuduktan sonra bir süre okumaya devam edemedim çünkü okuduklarımı hazmetmem kolay olmamıştı. Anladığımda ise durumun bu olduğunu acı da olsa kavradım. Canımız bağışlanmış olabilir ama bu yaşayabildiğimiz anlamına gelmiyor maalesef.