güneş kızıllığını dağlara verirken
ince sızılar birikirdi yüreklerde
ayrılıktan doğan bir kederi
usul usul esen rüzgar keserdi
sevmeyi hiç bilmeyen adamlardan
ve bu dünyadan bıkan kadınlar vardı
alışılmış yalnızlığın doruklarından
ölümlerin dondurucu soğuklarına düşerdi kalplerimiz
hiç gelmeyecek günleri beklediğimizi bilirdik
yine de hiçbirimiz beklemekten vazgeçmezdik
çünkü bir kez duymuştuk;
vazgeçenin bu diyardan sessizce göçüp gideceğini
biz küçükken, acı çekmekten korkardık
acının ne olduğunu bilmeden
böylece her acıya alıştık
nicelerinin geleceği düşüncesiyle teselli bulup.
ağıtlar yakılırdı tükenmiş gençliğimize
fakat kimse sormazdı
niçin bunca kayıp niçin bunca ölü?
yağmurların toprağı bolca beslediği günlerde
yağmurlardan bile korkardık.
göğün uslanmaz mavisini kucaklayıp götüren gri bulutlar
ağır ağır çöreklerdi hüznü yüreklerimize
binbir türlü yük bırakırdı omuzlarımıza
işte biz bu yüzden hiçbir yağmura alışamadık.
biz küçükken, farkı nedir bilmezdik
anne ağlayışı ile omuzlarda taşınan tabutların
annelerimiz ağladığında cenazeler verilirdi toprağa
öyle bağlıydık annelerimize, öyle bağlıydık ki
onlar üzülür diye ölmekten bile korkardık.
yeni büyüyen ağaçlara benzerdik o günlerde
birer birer kırılırken dallarımız
ne korku vardı göğsümüzde ne hüzün
yılgınlık nedir bilmeden savaşırdık düşmana karşı
çok zaman geçti o günlerin üzerinden
şimdi hepimiz karanlık gecelerde bir başımıza yaşıyoruz.
hepimiz ölgün bakışlarla bakıyoruz
hepimiz çaresiz
hepimiz bıkkın
hepimiz kaybolmuş
hepimiz ıssız
ve hepimiz yorgun
niçin yaşadığımızı bile bilmeden
öylece yaşıyoruz
Kenan Birkan
2023-10-05T17:16:21+03:00Kaleminize sağlık.