“Müjgan!” diyemiyorsun gözlerime bakıp 

tam mevsimi güz yangınlarının 

bu mevsimde de dört mevsim de 

korkak bakışların duruyor işte 

pencere dibinde dirseklerinin izi 

bir de avuçlarıma sığmayan başın 


Müteessir etmiyor peşi sıra şehir şehir gelen beni

kafamı kaldırıp bakamıyorum karlı dağlara 

bir bıçak yarasına tuz basamıyorum 

acıdan değil

acının rengi, renklerin tadı yok zaten

üstelik tuz artık beyaz değil, sen bu değilsin. 

  

Mütemadiyen bar taburelerinin tek sıra halinde oluşu 

parmaklarıma astığım ilaç poşetleri, ne olduğum 

çoluk çocuk eş dost kalmıyor aklımda

yolun düşerse demedin ama 

senin yolun hâliyle 

bu kaçış rampası ah’larla dolu 

  

Menevişli yarınların karanlığını kazır insan 

nemli gelir havası, rutubetlendirir 

elindeki nedenleri çarpar yere 

suratına sıçrar sevilmemişliğin parçaları 

keser arka yüzündeki kırıklar 

keser bileğini, akan kanı, sesini.


Mor bir hiddetlenmedir durulur 

hangi renk bilmediğin şakayık yeri gelir mor olur 

ben neyi sorarsam cevabı ellerinin tersidir hep 

yüzümde kocaman kapıların izleri 

sesimi kısar bağırışlar, yankılar 

ufak bir isyan patlar yalnız bende duyulur 


Manası yoktur yazıldığı gibi okunur 

söylenmeden geçilmeyen sözler gibi 

karton kapak defterde yazılı 

bir selamla hoşça kal arasındaki uçurum 

var edemesem kendimi düzensiz bir parçada 

ne için var olmuşsam götürürüm yanımda