Anlamı yok bunca şeylerin.

Güzelim günlerin, hoş sözlerin, bitmeyen hayallerin.

Sonu da yok.

Nerden başladı şu içimin savaşı, başı bile yok.

Yokluğun kendisi ile baş başa kaldım.

Zaman bir dost gibi gelip oturdu yanıma

Sorular sordu, şaşırdım. Bilemedim ve yaşlandım

Su geldi, toprak geldi, gök geldi

Eğrelti otları büyüdü ayaklarımın altında

Kopardım, yine büyüdü.

Uzaktan sesler türedi, yürüdüm.

Serçeler gelmiş, kalabalık ve gürültülü

Bağırıp çağırdım, hüzünlerim vardı

Oysa düğünleri varmış

Utandım ve döndüm

Beni anlamadılar.


Anlaşılmak için yollar aştım

Birkaç kişi gördüm, akşam saatlerinde çoğaldılar

Bir tekme at dediler düşene

Gelenekmiş, güçlünün güçsüzü ezmesi

Sabaha davullar uyandırdı

Ben serçeleri beklerdim oysa

Gece birinin kızı birinin oğluna kaçmış

Sevmiş mi ne ya da aşk mıymış

Görülmemiş böylesi diyorlar, büyükleri karşıymış

Kızın babası yedi kuşaktır ağa, oğlan çulsuz

Kavgalar taraflar arasında

Askerler tutmuş ağa, karşıda oğlan komutan olmuş

Sonra savaşlar.

Kızıl buradan doğmuş, güvercinler burada doğmuş

Ben hepsinin ortasında barışı bulmuştum.

Ödül diye başımı sehpaya koydular

Başımda bekleyen cellatmış.

Ne edeyim? Adaleti bulmamış bunlar

Gökten belki bir mucize beklerim.


Bir yerlerde;

Yokluktan var oluyormuş bütün bunlar.

Serçeler, eğrelti otları, zaman, savaşlar ve aşk.

Uğruna ölünen toprak, yüceltmiş insanlar.

Sonraları hikayeleri kaybolmuş, geç anladım

Anlamları bizler koymuşuz.