Eveet, hepimizin ağzından düşürmediği bir güzel söz daha: "Anlaşılamıyorum."


— Beni bir türlü anlamıyorlar Hakim Bey.

— Neden anlamıyorlar evladım?

— Bilmiyorum ama anlamıyorlar işte. 

— Ee peki evladım, sen de onları anlamayıver o zaman. 


Sanırım bu gibi şeyleri duyunca karşı çıkmadan edemiyorum. Kızmayın ama bazen gerçekten çekilmez oluyor bu söz. Yani bu anlaşılma üzerine ne dense daha iyi anlaşılır bilemiyorum. Evet evet, hepimizin "diğerleri tarafından anlaşılmamak" gibi bir endişesi vardır. Bizi anlamayacaklar diye ödümüz kopar. Öyle ama neden? Bunu hiç düşündünüz mü? Biz niye habire anlaşılmak istiyoruz yahut anlaşılmadığımızı düşünüp isyan ediyoruz birilerine karşı? 


— Beni hiç anlamıyorsun!

— Yok yahu, azıcık anlayabiliyorum. 

— Yetmez, çok anla beni. Tamamen anlamalısın. Hep anlayacaksın ulan!

— Peki tamam, seni anlıyorum. 


Evet saygıdeğer insanlar, diğerleri sizi bir türlü anlamıyorlar. Buna karşı "beni anlamıyorsun" dediğinizde de anlamıyorlar. Yani bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Anlasaydı zaten ona bu uyarıda bulunma gayretini göstermezdiniz. Bu anlamak ve anlaşılmak meselesiyle ilgili şöyle düşünüyorum. İnsanlar birbirlerini niye anlasınlar ki? Yani bu dünyanın en zor işlerinden biri değil mi? Hepimiz tamamen farklı karakterlere sahip ebeveynlerin yaşamına dahil olarak büyüyoruz. Yani dilimiz aynı olsa bile köyde yetişmiş biriyle şehirde yetişmiş biri aynı olabilir mi? Yahut aile sevgisi görmüş biriyle görmemiş biri, okula gitmiş biriyle sokakta büyümüş biri ya da ne bileyim küçüklükten itibaren müzik eğitimi almış biriyle evde kart oyunları öğrenerek büyümüş biri sizce aynı olabilir mi? Yani bunu insanların farklı yetişme tarzlarını düşünerek söylüyorum. 


Dünyada milyarlarca insan ve buna denk biçimde milyarlarca hayat görüşü varken biz nasıl olur da birbirimizi öyle kolay anlayabiliriz, söyler misiniz? Bana göre bir insan diğerini çok az anlayabilir. Yani sevdiğini kaybeden birinin zihnini bunu hiç deneyimlememiş bir başka kişi nasıl olur da anlayabilir ki? Açıkça söylemek gerekirse ben bunu anlayamam. Empati diyoruz sürekli. Elbette bazı şeyleri hissedebiliriz. Kendimize yakın gördüğümüz kimselerin acı çektiklerinde neler yaşadığını bir nebze olsun hissedebiliriz. Ama yine de buna anlamak denemez. Olsa olsa sevdiğimiz kişi ağlıyor diye biz de hüzünlenmişizdir. Yani onun zihninde nelerin döndüğünü bilemeyiz. 


Örneğin bunu tam tersinden düşünelim. Mesela aklınıza Camus'un Meursault adlı karakteri gelsin. Hangimiz onun annesi öldüğünde hissettiklerini anlayabildi ki? "Sayın jüri üyeleri! Bu adam, anası öldükten bir gün sonra deniz banyoları yapıyor, ahlak dışı bir ilişkiye giriyor ve güldürücü bir filme gidip gönül eğlendiriyor." Bizim toplumumuz onun bu davranışına tam tersi istikamette değerler biçmişken Meursault için anne fikri tümüyle başkadır. Ona bakışı ve zihnindeki anne imgesi diğerlerinden farklıdır. Elbette burada "anne" figürünü bir metafor olarak kullanıyorum. Meursault'un hayata ve tüm olanlara karşı bakışı sıradan birine göre hayli farklıdır. Öyleyse size şunu sorayım. Böyle bir karakteri Türk toplumunda büyümüş sıradan bir zihin nasıl olur da anlayabilir? 


Yahut Zweig'in meşhur "Olağanüstü Bir Gece" adlı kitabındaki o varlıklı fakat halkın içine karışamayan karakterini Anadolu'nun bir köyünde yaşayan kimse nasıl anlayabilir? Kendini onların dışında gören, sıradan olanla iletişim kuramayan ve soğuk karakteriyle yaşamak denen şeyi başaramadığını düşünen soylu biri sokakta birbirleriyle doyasıya eğlenen ve samimiyet içinde hiç çekinmeden yaşayan çocukların zihnini nasıl anlayabilir? 


İnsanların birbirini anlayabilmeleri için gereken ortamın oluşması hayli güçtür bence. Aynı sınıf içerisinde parçalara bölünmüş gruplara rastlarız. Herkes kendince anlaşabildiğini düşündüğü insanlarla birlikte olmak ister. Fakat bu minik gruplar arasında bile hayata bakış farklılıkları epey fazladır. Birbirimizi kıskanır ve türlü kavgalara tutuşuruz. Can yoldaşım, kardeşim dediği insanları bile öldüren kimseleri duymuşsunuzdur. Yani demem o ki birbirimizi anlamak, anlamamaktan daha zordur. Nitekim anlamak bu denli kolay olsaydı birbirimizi bu kadar rahat incitmez ve kavga etmezdik. Çatışmalar ve savaşlar böylesine yaygın olmazdı. Bunların çoğu anlaşamadığımız ve anlaşmak istemediğimiz için gerçekleşir. Aramızda hep kıyasıya mücadeleler süregelir ve çoğu zaman anlamaya çalışmak fikrini düşünmeyiz bile.


Yine de tümüyle reddetmiyorum anlaşılma meselesini. Anlaşılmayı istemek de gayet yerinde bir düşüncedir. Zira insan yalnız kalmaktansa, birlikte olmayı tercih eder çoğu zaman. Anlaşılmadığını düşünse bile o birliktelikten kolay vazgeçemez. Yalnız kalma düşüncesini kabullenemez. Son tahlilde demem odur ki insan önce anlamaya çalışmalı ve sonra anlaşılmamayı da normal olarak karşılamayı öğrenmelidir. Sürekli anlaşılma kaygısı duymak ise bence tehlikelidir. Zira bu kişiyi toplumdan uzaklaştırır ve yaşama arzusunu düşürerek kişiyi yabancılaşmaya iter. Bu da bildiğiniz üzere modern insanın en büyük sıkıntılarından biri olarak karşımızda duran mühim bir meseleyi açığa çıkarır.