Annemin evden çıkarken bana son sözü şu oldu: "Oğlum, sakın askerlere kötü davranma, onlara eziyet etme. Sen iyi kalplisin, vicdanlısın; onlar ne yaparsa yapsın üzme onları çocuğum."
2017 şubatının dondurucu soğuğunda başladım eğitime. Orası sivil gibi rahat değildi, kaldı ki sayılı gün yoktu; artık işim gücüm, gecem gündüzüm buydu. Ciddiyet ve disiplin had safhada, sabır sınırları zorlanacak seviyede; bir nevi hayatta kalma mücadelesiydi. Yeni bir çevre, yeni arkadaşlıklar, yeni kişilerin hayatıma girmesiyle öz benliğim arasında ince bir çizgi çekip, duruşumu bozmadan eğitimi bitirip göreve başlamaktan başka hedefim yoktu eğitim süresi boyunca. Kendimi tembihledim; Enes, dedim, önce vatana hizmet edip faydalı ol, bu kamuflajın ağırlığını taşı. Kendimi en sona, arka plana attım. Böyle olmazsam başarılı da olamazdım zaten. Çok şükür eğitimi başarıyla, sağlıklı bir şekilde tamamlayıp tamamen farklı bir kültüre sahip Güneydoğu’ya atandım. Yeni hayat, yeni şehir, farklı insanlar her zaman iyi gelir, yazılı olmayan kuraldır bana göre. Çehresini değiştiriyor insanın, oraya adapte olma sürecinden tutun da ayrılana kadar. 4 sene boyunca oradaydım artık, kendi başıma şirin bir daire kiraladım. Aşırı titizim diye başkasıyla kalmak istemedim. Kendim yer, içer, temizler, tek başıma mutlu olurum diye düşündüm. Kendi evimde ilk akşam annemi görüntülü aradım işten gelir gelmez. Artık oğlun akşam yemeğinde yok, dedim, gülüştük. “Bana yaptığın yemeklerin tarifini isteyeceğim senden, ee artık yalnız başıma yaşıyorum,” dedim. Pratikliğimin yanı sıra elimin lezzetini de annemden almışım. Gerçekten güzel yemekler yapıyordum, samimi olduğum iş arkadaşlarımı yemeğe davet ettiğimde “Devrem sen nasıl yapıyorsun bunları, maşallahın var,” demelerine karşılık “Özenerek, isteyerek, içten gelerek yapıyorum,” cevabını veriyordum. Artık iş ve arkadaş ortamına tamamen adapte olmuş ve hayatın akışına bırakmıştım kendimi. En başta akıl sağlığım, sonrasında da sağlığım ve insanlarla iletişimim gayet yerindeydi. Bir gün mesaideyken dış görev listesi yayınladılar, baktım benim de adım var; Suriye sınırında bir karakola görevlendirilmişim. Başım üstüne, hazırlığımı yaptım, 2 gün sonra oraya gittim. Bir sürü asker var, geldiğim iş yerinde rütbeli çok, asker sayısı azdı. Burada bir sürü asker vardı. Ben de zamanında asker olmuştum, onlar gibiydim ama bu farklı bir duyguydu, yani gerçekten çok güzeldi. Vatanın evlatları analarından, ailelerinden, memleketlerinden çıkmış vatana hizmet etmeye gelmiş; kol kanat germek, sahip çıkmak, haklarını savunmak ve onları ezdirmemek boynumun borcudur. Gececiydim ben, oradan ayrılana kadar gece çalıştım. Günler, haftalar geçti; evlatlarım gibi oldu hepsi. Van’dan İzmir’e, Edirne’den Kahramanmaraş’a, Erzurum’dan Muğla’ya ülkenin dört yanından gelmiş pırlanta gibi çocuklardı hepsi. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Bekar olduğum için 15 güne 1 gün çarşıya çıkabiliyordum. Yavrularım ne isterseniz söyleyin, canınızın istediği ne varsa haber edin, alayım seve seve. Ananas, muz, kivi, sigara, çikolata, kebap, dürüm aklınıza gelebilecek her şeyi alıp paylaşıyordum hepsiyle, canlarım benim. İlk askerlerim olmalarının yanında ilk sınavımdı aynı zamanda. Hem ailelerine hem üstlerime hem de anneme karşı dimdik, başarıyla verdim bu sınavı.
10 Ocak 2018, akşamüstü uyurken telefonum acı acı çalıyordu, normalde uykum ağırdır ama uyanmış bulundum. Bölük komutanımdı arayan. “Enes hazırlan, Afrin’e operasyona gidiyorsun,” dedi. “Emredersiniz,” dedim, ağır uyku sersemi sesimle. Uyandım, kendime geldim, karakoldaki yavrularıma ve mesai arkadaşlarıma “Ben gidiyorum, hakkınızı helal edin,” dedim. Askerleri ayrı bir yere topladım. Karşılarında ağlamamak, güçsüz gözükmemek için zor duruyordum. Çok ağlıyor diyebilirsiniz benim için, zararı yok ama insanın duygularını belli etmesinden yanayım ben. Şöyle konuştum:
“Canlarım, siz benim ilk askerlerimsiniz, her birinizi tek tek güzel hatırlayacağım; yanlışım, hatam, kusurum olduysa beni bağışlayın. Sizi çok ama çok seviyorum, neye ihtiyacınız olursa bir telefon kadar yakınım. Sağ kalır dönersem hepinizi ziyaret etmek isterim. Ama yaşamak nasip olmaz ölürsem üzülmeyin, beni bu halimle hatırlayın. Ailelerinize sizleri birer pırlanta gibi eğitip gönderdiği için saygıyla eğiliyor, selamlarımı yolluyorum. Hepiniz hakkınızı helal edin,” dememle karakolun arkasına koşup hüngür hüngür ağlamam bir oldu. Çok ağır bir durumdu, uzun süre atlatamadım. Uzakta beni bekleyen ailem, hemen dibimde “Gitmeyin komutanım, burada kalın,” diye ağlayan askerler vardı. Ama görev kutsal, gi-di-le-cek.