İyi kadındı annem. Yalan yok, aksi dururdu biraz. İnsanlarla arası hiçbir zaman iyi olmadı. Öğretmenlerimle, arkadaşlarımın anneleriyle, sokaktaki rastgele insanlarla, her an kavgaya tutuşacakmışçasına hararetle tartışırdı. Bakışları, duruşu, ses tonu ilkokul hayatım boyunca daima tehditkâr idi herkese karşı. Arkadaşlarım annemden korkar, evimize gelmeye, benimle oynamaya bile çekinirlerdi. Bu durum beni utandırırdı ama biliyordum ki annem çocukları çok severdi ve onlara asla kıyamazdı. Fakat çocuklara da kızamıyor, haksızlık ettiklerini iddia edemiyordum. Çünkü otoritesi annemi acımasız gösteriyordu.


Böyle "korkutucu" bir insanın çocuğuna nasıl davrandığını merak ediyor olmalısınız. Mükemmeldi. Annemle baş başa geçirdiğim her an harikaydı. İlgili ve eğlenceliydi. Komik olmadığını bilerek yaptığı esprilere, aslına azıcık bile benzemeyen taklitlerine bayılırdım. Benim büyük bir gülümseme eşliğinde dikkatlice izlemem ona cesaret verir ve abarttıkça abartırdı. Her gün okula göndermek için uyandırdığında,"Bana gün boyu yetecek kadar neşe depolamalıyım." diyerek, ben kaçıp kurtulana kadar gıdıklardı beni. Annemi hiç kimsenin tanımadığı bir şekilde tanıyordum ve aradaki fark beni şaşırtıyordu.


Sonra her şey değişti. Ortaokuldaki ilk yılımdı. Yavaş yavaş da değil, bir anda bambaşka birine dönüştü annem. Sebebini hiçbir zaman anlayamadım ama afallamıştım. Farklı bir insandı artık. Çok az konuşmaya, zorunda kalmadıkça dışarı çıkmamaya, dostlarıyla arasında aşamayacakları duvarlar inşa etmeye başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse, ödüm kopmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum, kafayı yemek üzereydim üstelik yardım isteyebileceğim kimse yoktu.


İlk ay, biraz yalnız kalması gerektiğini, zamanla kendisine geleceğini düşündüm. Beklediğim gibi olmadı. Daha da kötüleşti.

Önce evdeki tüm aynalardan kurtuldu. Sorduğumda kendisini görmeye katlanamadığını söylemişti. Dünyanın en güzel kadını kendini görmeye katlanamıyordu. Bu bana tarifsiz bir acı vermişti. Şarkı söylemeyi de bırakmıştı. Sebebini sormamıştım ama cevabın 'sesini duymaya katlanamadığı' olacağına emindim. Oysa onun sesinden bir şarkı dinlemek benim huzur kaynağımdı.


Annemin ruh hali beni de uçuruma sürüklüyordu. Yemek yiyemiyor, uyuyamıyor, herhangi bir şeye odaklanmakta güçlük çekiyordum. Artık aynamız olmadığı için nasıl göründüğümü bilemiyordum. Gerçi umursamıyordum da. Zayıflamıştım ve hareket etmeye mecalim kalmamıştı. Zorunlu olmadıkça dışarı çıkmıyor, okulu çok sık asıyor ve arkadaşlarım beni görmeye geldiğinde hep bir bahane uydurup gitmiyordum yanlarına. Onlar bile fark etmişti bende bir sorun olduğunu. Ama annem bendeki değişikliği göremeyecek kadar kopmuştu yaşamdan.


Bazen öylece oturur ve bir noktaya bakarak dalar giderdi. Bu süre uzadığında korkardım ve başka bir odaya geçip kendimi tutamayarak ağlardım. Hıçkırıklarımı duyup gelmesin diye ağzımı sıkıca kapatırdım fakat bağıra bağıra da ağlasam bu anlarda beni duymazdı, biliyorum. Ben yine de sessiz olmak için elimden geleni yapardım. Nihayet kendisine gelip bana seslendiğinde gözyaşlarımı silip koşarak yanına gider ve düştüğümde canımın acıdığını bahane ederek ağlamamın sebebini açıklardım. Her zaman inanırdı buna. Ya da inanmış gibi yapardı, bilemiyorum. Gecenin bu vakti karanlıkta, soğuktan titreyen ellerimin izin verdiği kadar, bu düzensiz cümleleri çirkin el yazımla sıralarken bunun ayrımını yapmak pek de kolay gelmiyor.


Bazen bana kitap okurdu. Neşeli günlerimizden kalma bir alışkanlıktı bu. Elbette eskisi kadar sık değildi ama yine de okurdu işte. Okurken büyük çaba sarf etse de kelimeleri yutar, yanlış telaffuz ederdi. Dolayısıyla hikayeler olduğundan daha karmaşık ve anlaşılması zor gelirdi bana. Ama bu sorun değildi çünkü önceki kadar mutlu olabildiğimiz tek andı okuma geceleri. Okurken endişelerinden biraz olsun sıyrılmış olurdu ve gülümsemesini görmek paha biçilemezdi. Okumayı hiç bırakmasın, sonsuza dek o anda kalalım istesem de yorulduğunu, sesinin çatlamaya başladığını fark ettiğimde yalancı bir esneme eşliğinde gözlerimi kapatırdım. Sessizce kalkıp alnıma küçük bir öpücük kondurur, odasına çekilirdi. Neden bilmem, okuma gecesinin ertesi günü akşama kadar göremezdim onu. Ne seslenirdi ne de oradaki varlığına kanıt oluşturacak bir tıkırtı duyardım. O odasında yaşamının bunaltıcılığıyla yüzleşirken ben de onu rahat bırakırdım. Zaten oldum olası sessiz bir çocuktum. Sonuç olarak küçük evimiz günün sonuna kadar sessizliğin esiri olurdu.


Annemin odasında geçirmeyi planladığı bu günlerden birinde çok sıkılmıştım ve etrafı kurcalamaya başladım. O gün annemin günlüğünü buldum. Eski ve yıpranmış küçük not defterini elime aldığımda içinde ne yazdığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tüm gün, annemin odadan çıkmaya karar verip yemek hazırlayacağı ana kadar, günlüğü baştan sona en az iki kez okudum. Fakat şimdilerde yalnızca bir cümlesini hatırlayabiliyorum. "Hayatımı ben yaşamadım." Ne anlama geldiğinden emin değilim ama son zamanlarda zihnimin derinliklerinde, parmaklıklar ardındaki bir mahkumun bunu mırıldanıp durduğuna inanıyorum. Acı ve pişmanlık dolu bir sesle.


İyi kadındı annem. İnsanlardan kaçardı ama onları severdi. Bir tek kendisini sevemedi.


İyi kadındı annem. Yalan yok, aksi dururdu biraz. Bu gece öldü. Üstelik hiç yaşamamıştı.