*Bir hikaye nasıl anlatılır, hiçbir zaman öğrenemedim. Doğrusu anlatılacak bir hikayem oldu mu, bilmiyorum. Farklı olduğumuzu düşünürdük çocukken. Bilirsiniz, o minik okulun bahçesinde... Büyüyecektik, büyük işler yapacaktık. İşte bizim büyüyüp dünyanın kirlendiği noktadayız.
*Kendime acımayı öğrenmişim zamanın birinde. Kurban rolüne girmişim. Bahaneler bulmuşum hep. Ben hayata geç kaldım deyip çıkmışım işin içinden. Şimdiyse istediğim hayatın içinde değilim. İstediğin hayat, geçmişte atılmış adımlarla içine girebildiğin bir yerdir ve şu an adım atmaya başlamazsan asla istediğin hayatın içinde olamayacaksın. Ne istediğini bilmiyorsun hâlâ çünkü tüm seçenekleri denedikten sonra karar vermek gerektiğine inanıyorsun. Garanticisin. Bu bazen işine yarıyor, çoğu zaman öldürüyor seni. Hayatın ne garantisi var ki? Neyi garantilemiş sana? Varsayımlarına sıkı sıkıya bağlısın. Açık olduğunu düşündüğün düşüncelerinde dogmatiksin. İnatçısın, kararsız ve korkaksın. Tipik bir müdavimsin. Baban gibi. Eleştirdiğin şeye dönüştürüyor hayat seni.
*Az önce birden fark ettim. BU BOKTAN HAYATI BEN SEÇMEDİM! Pahalılık, gelecek kaygısı, doktorların problemleri, intihar eden fakülte öğrencileri, pandemi, her gün fakirleşmek, her gün yabancılaşmak… Bu dünyayı ben seçmedim. Neresi burası?
*Yıllarca yaşadığım sokaklarda kaybolmuş adamların hikayelerinde kendimi aradım. Aynı sokakları paylaşıyor olmanın bizi ortak bir noktada buluşturduğuna inandım. Oysa gerçek bundan çok farklıydı. Cinsiyet perspektifinden konuyu ele almak yüzeysel olur. Bu; toplumsal, psikolojik ve edebi bir sorun. Evet, aynı kelimeleri kullanıyoruz ve aynı dünyayı paylaşıyoruz. Oysa acılarımız, hassasiyetlerimiz ve arayışımız birbirine denk değil. Bu içinde bulunduğumuz bedenin fizyolojik farklarından kaynaklanmıyor. Keşke öyle olabilseydi. Kadın olmak üzerine yeni yeni düşünmeye başladım. Aylar önce kendi kadınlığımla ilgili fark ettiğim şeyleri sıraladım. Regl olmak, güzellik takıntısı, bedeni kabullenmede zorluk, kendini başkalarının gözünden görmek, beğenilme ihtiyacı, hanım hanımcık olmak, namus, ahlak… Biliyor musun? Bizi bir kalıbın içine oturtuyorlar. Bunu “korumak” dedikleri alanla yapıyorlar. Kendimiz olmamıza, kadın olmamıza, özgür olmamıza izin vermiyorlar. Çünkü korkuyorlar bizden. Yapabileceklerimizden, renklerimizden… Gücü baskı zannediyorlar. Yanlış. Güç özgür bıraktıklarınla kurabildiğin bağla ilgili. VE BUNUN KADIN OLUP OLMAMAKLA HİÇ İLGİSİ YOK!
*Yetersizsiniz. Gelişmiş bir karaktere ve dünyayı anlamlandırma becerisine sahip değilsiniz. Kendi kurduğunuz düzende oyunu kurallarına göre oynamayı güç sanıyorsunuz. Kendi yazdığınız makaleye sadece kendiniz atıf yapıp buna bilimsellik diyor, üstelik size bunu yapabilme şansı veren sistemi yüceltiyorsunuz. ÇÜNKÜ GÜÇLÜ HİSSETMEK İSTİYORSUNUZ. DÜZEN DEVAM ETSİN İSTİYORSUNUZ, ZAYIFLIKLARINIZIN AÇIK EDİLMESİNDEN KORKUYORSUNUZ. ÖZGÜR BİR DÜNYADA NE KADAR BEŞ PARA ETMEZ OLDUĞUNUZUN AÇIĞA ÇIKMASINDAN KORKUYORSUNUZ VE STATÜNÜZÜN, AİLENİZİN, PARANIZIN ARKASINA SAKLANIYORSUNUZ. KORKAKLAR! Sizden nefret etmiyorum, nefret sizin yönteminiz. Sizi fark ediyorum, oyununuza gelmeyeceğim.
*Bir süre önce iyi bir ilişkinin sırrının kadının ilişkiyi kontrol etmesi, gücü elinde bulundurması ancak erkeğe sanki güç ondaymış gibi hissettirmesi olduğunu fark ettim. İşte kadın olma sanatı. Aptallık. Seks yapmak üzerine evrilmiş parçalarımızdan bazen nefret ediyorum.
*Şimdilik kendim için istediğim şey devam etmen. Atılım yapman gerekiyormuş gibi hissediyorsun, haklısın da. İşte peşindesin fırsatların. Kendini sınırlandırma, eleştirdiklerine dönüşme. Yola devam et ama yalnız devam etme. Kendi keşfin mutlaka insanların üzerinden geçecek. DENE!
*YAŞAMAYI SEÇ! HAYATI SEÇ!
İçinde mutlu olmadığın bir beden seç, çantandaki amblemi seç, metrobüste kapacağın koltuğu seç, 3 lira farkla kahvene süt seç, kararan gümüşleri seç, son otobüsü yakalamayı seç, insanların ölümlerini izlemeyi seç, yıkılan binaların yerine yenisinin yapılışını seyretmeyi seç, çirkin bir şehir seç, mücadele etmeyi seç, eve gelirken alacağın çikolatayı seç, otobüsün güneş alan yerine oturmayı seç, maskenin rengini seç, işsizliği seç, faturaları seç, taciz edilir miyim endişesini seç, kişisel gelişim videoları izlemeyi seç, psikoloğa gitmeyi seç… HAYATI SEÇ, YAŞAMAYI SEÇ!
*Mehmet Pişkin’in intihar notunu dinledim az önce, kendime bir pasta aldım yeni umutlar için. Yaşama gayretim bazen içimi yakıyor. Ne çok seviyorsun hayatı, ne çok mücadelen var! Hep sevmeye, tutunmaya gayretimin, bunca uğraşımın temel bir nedeni var: yaşamın hassasiyetinin farkında olmam. Ölüm düşüncesine duyduğum yakınlık bir günde, bir olayla veya bir duygu durumla ortaya çıkmadı. Hayatımın tüm evrelerinde hassasiyetimin, kırılganlığımın farkındaydım. Yaşamla bağlarımı güçlendirmeye çabaladım durdum ama içten içe bir ölümlü olduğumu sık sık duyumsuyorum ve bu çabalarım gülünç geliyor. Naif, ince, düşünceli yanlarımı kırıyor hayat. Deneyimlerim bencil olmayı öğütlüyor. İnsanlar giriyor hayatıma, kırıp döküp gidiyorlar. Kalbim taşlaşmayacak diye söz verdikçe kendime kanıyorum. Kendime acımam olmuyor çoğu zaman, ordan oraya sürüklüyorum. Devam et, diyorum, düzelecek! Hayat, ekseriyetle kendini yeniliyor. Ne çok acı var dünyada…
*Tanıştığım birinin içten içe çektiği acıyı görememekten çok endişeleniyorum. Ama varsa yoksa kendimi geliştireyim mücadelesi. Böyle kanıksamak görmezden gelmeyi, kendimden utanmama neden oluyor. Niçin böyle bir insana dönüşüyorum?
*Bazen anneme sarılıp ağlamak istiyorum. Sevdiğim herkes bir an için çok uzakta görünüyor. Ama biliyor musun? Şu içimdeki umut bir an için bitmiyor. Sevdiklerimi yine göreceğimi, onlara sarılacağımı, güzel insanlar tanıyıp seveceğimi, aşık olacağımı, başarılı olacağımı, çocuklar için yaşanabilir bir dünya yaratmak için çabalayacağımı, gitmek istediğim yerlere gideceğimi, bir çocuğum olacağını sanki içimden biliyor ve durmadan onlara koşuyorum.
*Tesadüflere inanmayı bıraktım artık. Her şeyin ve herkesin bir nedeni var. Karşımıza çıkan bütün durumlar bir sonuç, aşılması gereken bir engel, öğrenilmesi gereken bir bilgi olabilir. Yoluna güven, karmaya inan, emin ve kararlı adımlarla yürü!
*Hayat dengedir. Bir tahtanın üzerinde yürümek gibi. İlerlemek için risk almalısın, ilerlemek için düştüğün yerden kalkmalısın, ilerlemek için adım atmalısın. Korkularınla yüzleş ve bir hayat inşa et! Elinden çıkacak her işe güveniyorum, dinle beni. Sevdiğin şeylerin peşinden git, daima yanı başındayım. Tüm karanlıklarda ve aydınlıklarda. Daima.
*Aynı sıraları paylaştığımız birinin ölümü hepimizi derinden sarstığı gibi içimizden bildiğimiz ama ertelediğimiz bir gerçekliği yüzümüze vuruyordu: SIRADAKİ SEN OLABİLİRSİN! İnsan, kimileri için haber veya sayıdan ibaret olan kadın cinayetlerinin yakınındaki birinin başına gelmediğinde uzaktaki bir ihtimal olarak değerlendiriyor. Oysa gerçek, bir avm otoparkında tüfekle katledecek kadar acımasız.
*Hayatın her şartta devam etme ikiyüzlülüğüne alışmış bulacaksın bir gün kendini. Ağlayan gözlerine simli farları sürerken ne kadar da güçlü olduğunu düşüneceksin. Kendini kandırmayı öğreneceksin. Özlediğin ruhların tesellisini başka bedenlerde aramaya kalkacaksın, yanılacaksın. Tanrı’ya inanan insanlara şaşıracaksın, bunca acıya göz yumana nasıl inanırsınız?
*Çok özledim canım Şila’m. En çok seni. Sen benim dostum, sen kırık dallarımdaki filiz, sen bahara inancım… Yıkılmıştım biliyorsun sen geldiğinde. İkimiz de yuvamızdan, dalımızdan koparılmıştık. Asiydik. Başkaldırdık. Defalarca kaçmayı denedik, başaramadık. Sen beni yeniden başlamalara inandırdın. Öyle neşeli, öyle umursamaz, öyle hayat dolu, öyle kararlıydın ki… Dünyada kimseden öğrenmediğim kadar şey öğrettin bana. Şimdi sana en ufak benzerliği olan birini görsem içim sızlıyor. Benim için kıymetinin herhangi birinin anlayabileceği düzeyde olduğunu sanmıyorum. Sen benim çocuğum, ilk gençliğim, canım… Nevruzda bir seni anmak gelir içimden, bi sana sarılmak…
*Teşekkür ederim baba, beni dünyada kimsenin sevemeyeceği kadar çok sevdiğin için… Acıtıyorlar bazen kızının canını ama sen bilsen yakarsın bu dünyayı. Bilirim, güçlüsün ama koruyamıyor sevgin beni dünyanın pisliğinden. Bunca yıl çabaladın durdun, hiç zarar görmeyeyim istedin. Ama kuştum işte. Sen kapattıkça beni korunaklı alanlara daha güçlü çırptım kanatlarımı, tutamadın. Şimdi uzaklarda, zamanın birinde çok sevilmiş; arada bir terk edilmiş bir kız çocuğuyum. O hep sakladığın fotoğraftaki gibi... Tombul yanaklı, masum kız çocuğu.
*Kalbimi kıran oğlanları düşünüyorum. Kırılıp kırıldığı yerden filizlenen yanlarımı... Aşk ne çok acıtır insanı. Bir daha kimseyi sevemezmişsin, o boşluk dolmazmış gibi gelir. Asla dinlemeyeceğin dramatik şarkıları dinlerken bulursun kendini. O içindeki titreme, heyecanın asla çıkmaz aklından. Ama biliyor musun? İnsan hayata karışıyor. Aklına gelmiyor çoğu zaman ama unutmuyorsun. Unutacağını düşünmek akıntıya kulaç atmak gibi. Belki o insanı değil ama onunlayken senin o masum hallerini özlüyorsun. O her şeye göze alabilen cesaretini, kısacık dakikalar için aşılan yolları... O uçarcasına gittiğin yollar... Hatırlıyorsun değil mi? Nasıl heyecana karışıyor insan, gecesi gündüzü o oluyor. Sonrası acı... Çabaladıkça gömülüyorsun içine. Sonra mı? Hayat devam ediyor. Yeni insanlar çıkıyor karşına, değişiyorsun. Kimse onun kadar acıtamazmış gibi geliyor. Kimsenin eline dolu bir silah vermiyorsun. Bir daha hiç böyle yaralanmazsın gibi geliyor, hayat seni her seferinde şaşırtmayı başarıyor. Dur diyor, yeni başlıyoruz. Daha çok yanılacaksın, yaralanacaksın ama ayağa kalkmayı biliyor olacaksın. İlkinde o mermiyi söküp atmak ne zordu… Sonra doğdum küllerimden. Yine düşsem kalkarım. Çünkü bu bana herkesten çok kendimi sevmeyi öğretti. Herkesin gidebileceğini ama benim daima en yakınım olarak kalacağımı… Sevgiden cömert yanlarımın bana gelince cimrileşmesini soktu gözüme hayat. Şimdilerde her boş bulunduğumda meydan okuyorum hayata. Hayatın içinde acılar, hayal kırıklıkları, yanılgılar olacak ama ben daima yanında olacağım. Korkma diyorum, düşersen tutarım seni. Olmadı beraber ağlarız haline. Ne çıkar? Yakarız köprüleri, beraber ısınırız. Sevmeye teşne yanlarından öperim. İçinden taşıyor dışarıya, kalbin büyük. Bazen yanlış yere akıtmaya niyetleneceksin, olsun. Öğreneceksin doğruyu, hiç korkma. Senin olan seni bulacak.
*Büyümek istemiyorum ölümü kabullenmek gerektiği için. Neresinde durulur şimdi dünyanın? Teselli edilir mi anneyi yitirmek? Çaresiz bırakıyor hayat. İnsanın annesi ölür müydü hiç?
*O, küçük bir kız çocuğuydu daima. O hep muzurluk yapan, hiç büyümeyen cinsten. Ne kadar güçlü olduğunu daima hissettirse de uçuş uçuş saçlarıyla 6, bilemedin 7. İşte bir insanın bir gecede nasıl çocuk olmaktan vazgeçtiğinin hikayesiydi bu. Kavrayamıyordu, hayat ona anlatacaktı. Yabancı’daki gibi “Bugün annem öldü, bilmem, belki de dündü.’’ cinsindendi her şey. Ölenle ölmeyen insanlar, bu ölümle içten içe annelerinin ölümünün taziyesini yaşıyordu. İlk defa bir cenazede bulunuyordum. Hızlıca gömüp isim yazılı kağıdı yapıştırınca aslında ilk defa bir ölüme inanıyordum. Vefat anonsu bile ağır değildi bu kadar. İşte toprağın altındaydı. İnsanın annesi ölürmüş. Dünyadaki en acıtan cümlelerden biri bu. Bütün teselliler boş, bütün renkler soluk. Gülen yanlarından utanıyor insan bir anne toprağın altına girince.
*Soğuk ikindilerde oturup baharın gelişini düşlemekti payıma düşen. Korkuyordum. O kadar korkuyordum ki tutsaklığımı hafifletecek bahaneler uyduruyordum. Kimdim? Bu sorunun cevabıyla öylesine meşguldüm ki ardıma dönüp baktığımda kaçırılmış ilmeklerin çokluğu karşısında eziliyordum. Yarışa geriden başlamak değildi bu, olmaman gereken bir yerde gözlerini açmaktı. Hemen kapıyı çekip uzaklaşma isteğiydi. Kamçılıyordu da insanı. Ancak başaramadıkça alışıyordun o hiç ait olmadığın yerlere. Doğru zamanda yanlış yerde olmaktı sorunum. Kim olursam olayım mekanla anlaşamıyordum. Gecelere alışıyordum, gecelerden korkuyordum. Nasıl aşacaktım bu koca teraneyi?
Bulunduğum yerden gidilebilecek noktaları biliyordum, işte vura vura ezilmişti başım. Ama ben o yerlere gitmek istemiyordum ki. Hayalperestlik yine başıma bela olmuştu. Aklıma fikirler geliyordu zaman zaman, etkileniyordum. Sonra geçiyordu. Kapana kısılmıştım, boğuluyordum. Yıllarca geçmedi. Belki geçmeyecek. Belki razı olmalıyım kader denen şeye. Belki fazla bu kadar mücadele. Sen bu kadarsın deyip çıkmalıyım işin içinden.
*İçimdeki karanlığı aydınlatmaya çalışmakla geçti tüm zamanlarım. Bazen oyaladım, kandırdım kendimi. Bazense yaktım sevdiğim ne varsa. Geçmedi. Biraz yalpalasam geldi buldu beni.
*Bir gece rüyamda gördüm Umut’u. Bilmem ki aşk mıydı? Umut’a platoniktim. Sonraları fark edecektim ki tüm hayatım umuda platonik olmakla geçecekti. Her şeyi yırtıp attığımda duvarda asılı tek şeydi umut. Eylemli düşünme, düşünmeli eylem hali, ilk aşk. Pek kimseye anlatmam bunu. Herkesin sırları vardır, düğümleri vardır. Umut da benim düğümüm. İçimdeki karanlığı bir gün söküp atacağımı bana düşündüren şey…
*Karanlığı fark ettiğimde 16 yaşındaydım. Gelip musallat olmuştu içime. Bir yerde ekilmişti, büyüyordu. Yurdun karanlık bir odasında kendi karanlığıma ağlıyordum. Yok saymakla da savaşmakla da geçmiyordu. Çaresizdim. Çaresizliğin ne demek olduğunu öğrenecek yine de bir şey yapmak için çırpınacaktım. Pes etmemeye adanmıştım. Başaramadım. Deneyip de başarılı olamadığım o kadar şey oldu ki hayatta. Bazen dayım gibi biri çıkıp vuruyor yüzüme. Çocukken başlamalıydın, diyor. Şimdiden sonra ne olur ki? Çocukken başlasam çok iyi yapabileceğim ama çocukken varlığından bile haberdar olmadığım çok şey oldu hayatta. Ama denedim. Bunun önemini göremedi çoğusu ama bütün akşamlarda en azından denedim rahatlığıyla uyudum.
*İçimdeki ölü toprağını ne yaparsam yapayım atamıyorum. Anlamıyorsun, yargılıyorsun ama inan ki deniyorum. Tüm çabalarım sonuçsuz kalıyor sanki. Elimdeki matah kadercilikle kendimi hikayenin mutlu sonla biteceğine inandırıyorum.
*Ne zaman geçecek bu?