Bir masa lambası sik kadar odayı aydınlatmak için kendini harap ederken aynı eylemin insani versiyonunu beraber uzandığımız kanepede tekrar tekrar uzanarak deniyorum. Hatırlamakta güçlük çekeceksin eminim, bej rengi beyaz dolgulu, büyük yastıklar... Dikiş çizgileri belli. Düğmeleri geniş. Çok fazla ayrıntıyı hatırlamanı beklemiyorum. Keza benim hatırlamam da gereksiz. Belinin gereksinimlerini karşılamalıydı çünkü sen avuç avuç nefes çalabiliyordun havadan. Ağız dolusu su çalabiliyordun yağmur yağarken. Sevmeyebiliyordun kasveti. Tam tersi bulutları seviyor olman vardı, bir de bunun çelişkisi bir insanın boğazını delmeye değerdi. Düşünmenin seninle alakalı olan kısmı bile yeterliydi. Ki bana şöyle söylemiştin, biliyorsun:


-Gökyüzünden hiçbir şey satın alamazsın.


Bir masa lambası sik kadar odayı aydınlatmaya yetmez. Ben de sana yetmem. İkimiz de bunu biliyorduk zaten. 0,54 amper bir ampulün bu odayla olan yaşam mücadelesi, senin beni sevmek için verdiğin çabadan daha takdir edilesi. Zira binada topraklama yok ve ben de nihayetinde toprak olacağım. Her şeyi bir kenara bırakacak olursam. Çok fazla birikir ama olsun... Bırakıyorum. İstiklâl'den Galata'ya inerken soldaki ara sokakta kolunu çarptığın ve ayağının takılmasına sebep olan derz pompası hala orada duruyor mu bilmiyorum ama ben, olduğum gibi burada duruyorum. Çünkü son sözlerden çok etkilenirim. Ki bana şöyle söylemeni tercih ederdim:


-Sana aşığım ve burada kalmamı sağlayan tek insan sensin.


Bir masa lambası sik kadar odayı en azından tamamen karanlıktan kurtarabilir. Şu an yanımda olsan beni hiçbir şeyden kurtaramazsın. Örneğin tatilde arabanın içinde sabahladığımız ve kızgın kumun bacaklarımı yakmasından doğan kaşıntıdan kurtaramazsın. Gözü senin vücudunun herhangi bir yerine ilişmiş bir adamı öldüresiye dövmekten alıkoyamazsın mesela. Sanırım artık kimse mutfağına girip kahveni hazırlayamayacak. Hazırlasa bile sen aynı tadı alamayacaksın. Aynı tadı alsan bile... Sikimde değil artık. Muamma dolu ve sürklase olmuş bir kafatasının içindeki hangi beyne bu ayrılığı yaşatsan eminim aynı reaksiyonu gösterirdi. Bir sabah uyandığında ya da gel klişeyi bozalım, bir akşamüzeri uyandığında renkli not kağıtlarıyla duvara asılı yetmiş yedi farklı madde yazmak istersen eğer, bir hikaye oluşturmaya çalışma sakın. Çünkü ben öyle yapmamıştım. Bir hikayesi yoktu... Ki sana şöyle söylemiştim, biliyorsun:


-Bu hikayeyi çözdüğün gün beni sevdiğine inanacağım.


Bir masa lambası.

Sik kadar bir oda.

Ve ben.

Bunları paylaşıyoruz.


-Bazen iki fotoğraf arasındaki tek fark, bir başkasıdır.