İçten içe, sessizce dökmekte olduğum gözyaşlarımın her bir damlası;

Yaşanmışlıkların anısına duyduğum özleme değil,

Yaşanmamışlıkların bir gün benim için de yaşanır kılınacağına inanmaktan ve umut etmekten vazgeçmeyişim sonucu geçip giden zamana ithaf edilmiştir...




Ben

Ağlamıyorum bakıp geçmişte yaşanılanlara, özlem duymuyorum

Kendimi kaybetmiyorum belleğimin nostalji çukurunda

Lakin

Senelerce dilimin ucuna kadar gelmesine müsaade etmeksizin, henüz içimin derinliklerindeyken yakalayıp boğduğum isyanlarım gün yüzüne çıkıyor artık

Hayatımın her anını özgün bir isyan türküsüyle geçiriyorum şimdi

Artık isyan; tüm kelimelerime atfettiğim en kuvvetli varlık nedeni

Geçmişte içimin derinliklerinde yakalayıp yüzeye çıkmasına müsaade etmeksizin boğup attığımı sandığım isyan tanecikleri

Dokuz canlıymış meğer

Tamamen yok olmamış, sinsice pusu kurup zaman içerisinde güç kazanmış

İçimin derinliklerinden yükselerek gizlice

Dilimin ucuna kadar taşınmış, tüm kelimelerimi kendine kul köle yapmış

Artık tüm kelimelerim, şiirlerim, sesim, suretim, siretim;

İsyan.

Uzun süredir yokluğunun soğukluğuyla başlarda acı çekip ağladığım, sonlarda ise o soğukluğun kalbimi dondurup uyuşturmasıyla hissizleşip tek damla gözyaşı bile dökmekte zorlandığım

Sevgi, sıcaklık ve yakınlık hislerinden bu denli mahrum kalışıma ediyorum isyan...

Bu kavramların eşlikçiliğini bu denli hak etmeyecek ne yaptım, bilemiyorum...




Seneler boyu tüm hata ve eksiklikleri kendimde arayışıma

Kendimde hata ve eksiklik olarak gördüğüm pek çok şeyi düzeltme uğraşıma

Her şey çok düz de tek ben eğriymişim gibi canla başla kendi üzerimde çalışmaya kendimi adayışıma

Ağlıyorum içimin derinliklerinden, sessizce...

İçimin derinliklerinden ağlıyorum zira göz pınarlarımdan yaş akmasına izin vermeyecek kadar donmuş ve uyuşmuş hâlde kalbim

Lakin biliyorum;

O buzlar bir çözülse, o uyuşukluk hissi bir gitse mahvolacağım

Bu defa sessizce değil, gümbür gümbür ağlayacağım

Öyle bir akacak ki gözyaşlarım

Damla damla birikerek göller, denizler, okyanuslar oluşturacak

Boğulacağım, boğulacağız

Ben dahil hepimiz boğulacağız

Ve acı…

O uyuşma hissi bir gitse mahvolacağım acıdan, biliyorum

Şu an sadece öfke ve hıncıma tutunabiliyorum...




Adına dünya düzeni denen bu keşmekeşin içinde boğuluyorum gitgide

Yaradılışın bana tuhaf gelen tüm veçhelerinde boğuluyorum, oluk oluk kanıyorum gün geçtikçe

An be an artan inançsızlığımın ruhumda oluşturduğu zelzelelere dayanmakta güçlük çekiyorum artık

İçim yıkıma uğruyor an be an

Bu sefer tam olarak tanışıyorum kendi karanlığımla

Birbirimize teğet geçip gitmişiz meğer geçen seferlerin her birinde

Lakin bu sefer yüz yüze, göz göze, nefes nefeseyiz...

En güçlü karanlığım:

Yıkıcılığım...

Özümden yıkılıp dökülüyorum parça parça yahut bütün bütün bazen

Bu denli yıkıcı bir karanlığa

Nasıl olur da yapıcı bir aydınlık bahşedilmez, anlayamıyorum...

Nasıl toplayacağım, nasıl birleştireceğim o parçaları

Nasıl kaldıracağım onca enkazı

Nasıl yeniden bir ve bütün hâline getireceğim kendimi ruhen ve kalben, manen

Bilemiyorum…

Lakin imkânsız geliyor artık

Çok geç kalınmış geliyor, köprünün altından çok sular akmış…




Düştüğümle kalıyorum

Kendimi kaldırıp ayakta tutma çabalarımın tümü mezara giriyor

Düştüğüm yerde bizzat kendim için kazdığım mezara…

Üzerimde uzun süredir bulunan ölü toprağını sağa sola silkeleyip oracıkta bir mezar kazdım kendime, evet

Yaşama tutunabilmek için, yaşamaya değer sağlam gerekçeler bulabilmek için her yeni gün sil baştan verdiğim mücadelelerin yorgunluğu var ruhumda, kalbimde

Taşıyamıyorum artık

Her sabrın sonu selamet değilmiş, anlayabiliyorum

İçimde gittikçe artan acı seviyesinin geldiği güncel noktanın talihsizliğinden, çareyi belirli birtakım hislerimi uyuşturmakta bulan sevgili içsel mekanizmalarımın tüm bu süreci maskelemek adına öfkeyi kullanmakta olduğunu görebiliyorum...




Kalbi kırılmaktan yorulmuş, içinin küskünlüğü yüzüne vurmuş küçük bir kız çocuğuna döndüm yeniden

Tıpkı üç, dört, beş ve sonraki yaşlarımda olduğu gibi…

Lakin bu defa küskünlüğüm anne ve babama değil,

Tanrı’ya…

Anne ve babama olan küskünlüğümü bile bir şekilde atlatmama manen yardımcı olan Tanrı düş’ünün, bizzat kendisine olan küskünlüğümü atlatmama yardımcı olmamasına

İçim dışıma çıkarcasına ettiğim duaları, yalvarışlarımı bütünüyle yanıtsız bırakmasına…

İşte şimdi sahiden yapayalnız hissediyorum kendimi

Neredeyse bir uzantım hâline gelmiş tek başınalığımın seneler boyu hissettirmediği yalnızlık, derinden hissettiriyor tüm varlığını bana artık

İçinde bir Tanrı düş’ü barındırmaksızın yaşamak ne zormuş meğer

Ya da küsmek Tanrı'ya, blöf yapmaksızın, sahiden

Ne zor…




Her yeni gün

Bu dünyanın, yaradılışın barındırdığı sonsuza yakın acı dolu ve kötücül olasılıkları düşünüp boğulmak

Yaşamak mefhumundan, bu dünyadan soğumak, daha da soğumak

Burada bulunmak için sağlam ve köklü gerekçeler bulamamak

Kan kaybeder gibi mana kaybı yaşamak

Ne zor…

Kan kaybetmek ruhunun, kalbinin derinliklerinden oluk oluk

Can kaybetmek, yaşama sevincini ve istencini kaybetmek

Bu dünyaya yönelik iyicil ve umut dolu bakışını kaybetmek

Ne zor…

Karanlık her yer, zifirî karanlık

Bu dünya karanlık en başta, insanlar karanlık

Geçmiş karanlık, gelecek karanlık, benim için şimdi bile karanlık artık

İçim karanlık

Hislerim karanlık, düşüncelerim karanlık

Bundan sonrası için kurabildiğim az buçuk düş'ün kök niyeti sonsuz karanlık, beni karanlığın sonsuzluğunun kucağına düşürüp oraya hapsedecek mahiyette…

Söylesin, göstersin içimde artık eser miktarda kırıntıları kalmış Tanrı düş’ü:

Nerede, nerede aydınlık

Nerede ışık, nerede bitmek bilmeyen gecelerimin gündüzü

Nerede yüzünü bir türlü göstermeyen nazlı güneşim

Nerede içimin enkazını kaldırma çalışmaları, bunu yapabilmem için gereken güç ve dirayet

Nerede en kuvvetli aydınlığım, en kuvvetli karanlığımın üstesinden gelebilecek olan

Nerede yapıcılığım, öncelikle kendimi kucaklayıp şefkatle besleyecek anaç tarafım

Nerede kalbimin buzlarını çözecek, olanca uyuşmuşluğu bir kalemde silecek sevgi, sıcaklık ve yakınlık hislerinin hayatımda somutlaşmış mevcudiyetleri

Söylesin, göstersin içimde artık eser miktarda kırıntıları kalmış Tanrı düş’ü...