“Sonra sağdan ikinci kapı, ardından sola…”Bu yön direktifini sesli bir şekilde tekrar ettiğinin farkında değildi. Zaten koridorda tekti ve onun sesini duyup ne dediğini anlamak için yüzüne bakan insanlar da olmadığından dolayı sesli bir şekilde tekrar ettiğini fark etmedi. Devam etti(hem yoluna hem de tekrarlamaya ). Sağ ve sol birbirine çok çabuk karışabilir. Ve ortada bir tabela olmadığı aksine her koridorun birbirinin aynısı olduğu bu bodrum katında kaybolmak; kaybolduğu için panik yapmak ve yönünü toptan şaşırmak planladığından daha çok vakit kaybetmesine yol açabilirdi. Buna engel olmak için kendisine adım adım tarif edilen yol tarifini içinden tekrar etmek iyi bir fikir gibi gelmişti ve öyleydi de .Şu ana kadar doğru yolda gidiyordu.
Çok vakit harcamamıştı -yani en azından ona öyle geliyordu. Lobideki çalışandan kayıp eşya dolabının nerede olduğunu sorması ve yol tarifi almasının üzerinden en fazla on beş dakika geçmiş olmalıydı. Aslında on üç dakika geçmişti ama kol saatindeki her dakika için ayrılan çizgilere tam olarak dikkat etmemişti, saatine sadece şöylesine bakmıştı. Bir otelin kayıp eşya dolabı için en uygun yerin neresi olduğundan emin değildi ama lobiden bu kadar uzak ve tabelası olmayan koridorlarla dolu bir yer olmaması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü bir şeyleri kaybetmek ve kaybettiğiniz için de kayıp eşya dolabına bakmak çok sık rastlanabilecek bir şeydi. O nedenle kayıp eşya dolabının gün içerisinde çok fazla ziyaretçisi olmalıydı. Ve gidilmesi bu kadar zor bir yolu kullanmak pek pratik durmuyordu. Tabi ki de yol boyunca bunların hepsini sürekli aklından geçirmiyordu. Aklında tutması gereken bir yol tarifi vardı. Sadece kısa bir süreliğine bunları düşünmüştü.
İçinden ve dışından olmak üzere üç kere daha yol tarifini tekrar ettikten sonra kendisine neye benzediği tarif edilen kayıp eşya dolabının görüntüsüne uyan bir dolap buldu. Dolabın üstünde ne olduğuna dair herhangi bir yazı olmadığı için kendisine söylenen tarife güvenerek hedefine varmış olduğunu düşündü.
Aradığını da hemen bulduğu için geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Aranan şeyin ne olduğundan ilk seferde bahsedilmemesinin sebebi ufak bir heyecan katmak pek tabi olabilir , zira buraya kadar kısmen sade denebilecek cümlelerle durum anlatıldı. Tüm bu karışık yolculuğun ve kayıp eşya dolabına yapılan ziyaretin sebebi olan bir adet defter ve şu anda lobiye doğru yol almakta. Her ne kadar başta sadece kayıp eşya dolabı kısmından anlatılmaya başlansa da bu defterin kaybolduğunun fark edilmesi ve ardından yaşanan arama çabaları günün erken saatlerine kadar dayanıyor. Saat yeni güne devrolalı birkaç saat (tam 3 saat 13 dakika)olmuştu ki defterin kaybolduğu anlaşıldı. O zamandan itibaren yaşanan koşuşturma an itibariyle sonlanmış bulunuyordu.
Şu an defteri tutarak hızlı bir şekilde lobiye yönelen kişinin aklına gelmeyen bir detay olarak bahsetmemiz gerekir ki, şu tenha ve karanlık olan kayıp eşya dolabına giden yol. Şu an sabahın henüz çok erken saatleri olduğu için çoğu kişi kaybolan eşyalarının peşine düşmek dursun, eşyalarının kaybolduğunun bile farkına varabilmiş değiller. Ya da başka bir ihtimalle fark etmiş ve kendi otel odalarının içinde bir arama çalışması yürütüyor olabilirler. Ama kimse kayıp eşya dolabının peşine düşmüş değildi-burası kesindi. Ayrıca otelin bu kanadındaki aydınlatmadan güvenlik şefi sorumluydu ki o da şu an uykudaydı. Karanlığın sebebi de buydu.
Bahsedilen defterin içinde yazan bir şifre, hesap numarası ya da birinden hatıra olarak kalan bir not veya mektup bulunmuyordu. Defterin kendine has şekilde önemli ve yeri doldurulamaz bir değeri olduğu akıllara gelmiş olabileceği için bu açıklamayla bir defteri önemli kılabilecek birkaç maddeyi silerek işin aslını anlatmaya başlamanın daha iyi olacağı düşünülmüştür. Mavi renkli, orta kalınlıkta ve koridorları hızlıca geçen birinin elinde dolaşan bu defter aslında bir karalama defteriydi. Defter eskizlerden oluşmuyordu. Mavi defter, yıllardan beri akla gelen fikirleri, bir deneme yazısının giriş cümlesi ya da bitiş cümlesi; günlüğe aktarılmak için bekletilen birkaç cümlenin unutulmaması için kullanılıyordu.
Fakat birkaç gün önce tuhaf bir ilham anında deftere öylesine bir karalama denemeyecek kadar önemli duran bir cümle yazmıştı: İmgelerle düşünmeyi seviyorum.
İmgelerle düşünmeyi seven kim? Kendisi mi yoksa hayali biri mi ya da hayali biri olarak “bir arkadaşım soruyor da” şeklinde gizlenerek anlatılmaya çalışılan kendisi mi? Eğer kendisiyse bu bir deneme yazısı mı bir günlük mü; eğer kendisi değilse bu bir öykü mü yoksa bir tiyatro oyunu senaryosu (henüz daha sahnelenmese de defteri elinde tutan kişinin birkaç monolog yazmışlığı vardı) mu olacak? Hepsi bir şekilde olasılıklar uzayında depolanmış veya saçılmış(matematik nasıldır bilirsiniz)halde durmakta-ya da durmamakta.
Mavi renkli defteri elinde tutan kişiyse bunların hiçbirini düşünmüyordu. Yani tabi ki de bu cümlenin onu nereye götüreceğini merak ediyordu zaten tüm bu defter arama macerası bu merakla başlamıştı. Aklına takılan cümlenin kelimesi kelimesine ne olduğunu hatırlasa bile devamını getirmek için o defterin elzem olduğunu hissetmişti. Ama o an dönüş yolunun ortasındayken tek düşündüğü bir taksi bulup bulamayacağıydı.
İmgelerle düşünmeyi severim. Kulağa tuhaf bir başlangıç cümlesi gibi gelse de pekala etrafından daire şeklinde bir yazı ürünü inşa edilebilir gibi duruyordu. Karşıdaki kişinin “Nasıl yani nereden çıktı şimdi?” gibi bir karşılık vermesi üzerine bir yol başlatılabilirdi. Ya da bahsettiği imge şeklinde düşünme bir örnek üzerinden betimlenebilirdi. Ya da konuşma şeklinde olacaksa-anlaşılacağı üzere ilk akla gelen yol biraz daha hoşuna gitmişti- bu cümleyi karşıdaki kişi söyleyerek de konuşma başlayabilirdi. Bu arada unutmadan defteri elinde tutan kişi yazdığı tek cümleyi nasıl devam ettireceğini düşünmeye başlamıştı; çünkü güç bela da olsa bir taksi bulmuştu günün bu saatinde. Fakat taksi bulma ve bavulları taşıyarak otelden ayrılma süreçleri tam olarak mavi defter ve içindeki yarım cümleyle alakalı olmadığı için atlanmasının daha akıcı bir anlatım oluşturacağı düşünülmüştür ve atlanmıştır.
Peki karşıdaki kişi dese yazdığı kalemi olarak isimlendirdiği hayali kendisi ne cevap verebilirdi? Eğer bir cevap verecekse de bu cevabı hangi mekanda vermeliydi? Bir sınırı yoktu. Bir ofis, hastane kafeteryası, lunapark girişi,su kaydırağı sırası… Olasılıklarla dolu uzayın gerçekten de sınırı yoktu ve bu biraz ürkütücüydü. Çünkü bu cümlenin gebe olduğu potansiyeli yanlış harcamak ve olabileceği şeyden mahrum bırakmak müthiş bir vicdan azabı olurdu. Belki de potansiyele gebe bir cümleyi olabileceğinden ayrı tutmak biraz dramatik ve yarım cümleye gereğinden fazla anlam ve değer yüklemek demekti. Ama konu üretmeye geldiğinde hangi şey korkutucu değildi ki ?
Eğer kafasında kurduğu gerçeklikten yakından uzaktan alakası olmayan cümle tamamlama başarı değerlendirme ölçeği gibi bir sınırlandırma olmasaydı acaba bu kadar yorucu olur muydu ki cümle tamamlama başarı değerlendirme ölçeği diye bir şey yoktu. Yani en azından içinde yaşadığımız evrende o an için böyle bir ölçüt resmi olarak yoktu (kısa not: bireysel zihinler ve o anda var olan diğer evrenler bu ifadeden muaf tutulmuştur).Hobi olarak başladığı, kafasını susturmak, kelime torbacıklarını biraz daha düzene sokmak için başladığı yazma girişi artık kafasındaki seslere hizmet etmeye başlayan verimli ve olabileceğinin en iyisi olması gereken bir performans ölçeğine dönüşmüştü. Ve asıl üzücü olan bunun ne zaman dönüştüğünü gerçekten hatırlamıyordu. Bir anda bir gecede veya yazdığı kelimeleri sile sile daha iyisini(iyiden kasıt neydi tabi ki de bilinmiyordu ama o an yazdığı o kelimenin olmadığını biliyordu) ararken mi dönüştü? Hiçbir fikri yoktu.
İmgelerle düşünmeyi kim severdi?Galiba cevap kendisi değildi orasından emindi. En azından bir cevap bulabilmişti. Bulmak için uğraştığı mavi defterini takside unutsa acaba tüm bu cümleyi devam ettirmeliyim bunu cümleye borçluyum düşünceleri biter miydi? Ama bulmak istediğinden değil de defteri bir daha bulabilir miydi? Belki de taksicilerin de kullandığı bir kayıp eşya dolabı vardı. Kim bilir belki taksiciler kayıp eşya dolaplarını daha iyi ışık alan bir yerde tutuyorlardı. Çünkü iyi aydınlatmanın ve gittiği yeri en iyi şekilde aydınlatmanın kıymetini şoförlerden başka kim bilebilirdi ki?