Annem ve babam biraz önce kavga etti. Kavga dediysem yanlış anlamayın. Birbirlerine bağırıp, hakaret ettiler. Babamın eve geç gelmesinden, beraber vakit geçiremediklerinden, bizi ihmal edip bir yemeğe bile götürmemesinden, özel günleri unutmasından, boş vakit bulduğunda uyumasından, evin arızalı eşyalarını onarmamasından, tuvalette çok durmasından, horlamasından, çoraplarını salonda çıkarıp bırakmasından; annemin telefonda arkadaşlarıyla çok konuşmasından, lezzetli yemekler yapmamasından, her gece dizi izlemesinden, hep yorgun olduğunu söylemesinden, pilavı lapa yapmasından, geç yatmasından, misafirlikte önceliğin hep kendi akrabalarına tanınmasından dolayı karşılıklı bağırıp çağırmaları ve birbirlerini dinlememeleri sonucunda bir süre sonra küsüp, birkaç saat sonra tekrar barışmaları ile sonuçlanan tartışmalar dizisi. Aslında bu tartışmaların en büyük sebebi, babamın kazandığı paranın yeterli gelmemesidir. Annemin üstü kapalı feryatları, babamın yetersiz gelen kazancını başka nedenlerle çarpıtması ve hiçbir zaman konuşulmayan ama düzenli olarak yaşanan iç savaş durumu. Ben ve kedim Duman, bu tartışmalardan elimizden geldiğince uzak durmaya çalışıyoruz. Zaten o esnada bizi hatırlamalarına ve tartışmalarını izlediğimizi görmelerine imkân yok. İki düşman çete gibi oluyorlar. Anne ve babalar ya da tüm insanlar diyelim; mutlu ve gülümseyen fotoğraflarını çerçeveletip evin bir köşesine asıyor ve mobilyaların üstüne koyuyorlar ya; tartıştıkları anda ki görüntülerini de kamerayla çekip tablo halinde evin bir köşesinde görseler, o hallerinden, öfke ile bakışlarından pişman olup belki de bir daha birbirlerini üzmekten vazgeçebilirler. Bence bu denenmeli. Gazetelerde, dergilerde ve sokak duvarlarında büyük harflerle yazılmalı. On bir yaşındayım ve her şeye aklım eriyor.
Size ismimi söylemeyi unuttum. Ben Ateş. Biraz önce de belirttiğim gibi on bir yaşındayım. Ailenin tek çocuğuyum. Kardeşimin olmasını çok istiyorum. Fakat anne ve babamın tartışmalarından dolayı, bazen iyi ki kardeşim yok diyorum. Eğer kardeşim olsaydı; benden daha küçük olacağı için, eminim ki, benim üzüldüğümden daha fazla üzülecekti. Bu seferde, benim üzülmem yetmiyormuş gibi, bir de kardeşim için üzülecektim.
Konuyu değiştirmek istiyorum. Size biraz evimizden bahsedeyim. Evimiz iki oda ve bir salon, banyo ve tuvalet, mutfak ve balkondan ibaret. Yani oldukça küçük. Üstelik kiracıyız, ev bizim değil. Yaşadığın evin küçüklüğü ile içinde yaşayanların daha yakın olması ve sorunları beraberinde getirmesi arasında bir bağ olabilir mi? Yok canım, ne alakası var dimi? Babaannem bazen eski zamanları, hatta çocukluğunu anlatırdı bana. Tek odada altı yedi kişi yaşamışlar yıllarca. Gaz lambasının ışığında sohbet edip oyun oynadıklarını tebessümle anlatır, sanki o günleri tekrar yaşardı. Kıtlık varmış o zamanlar, her şey azmış ama yine de mutluymuşlar. Gözümü kırpmadan dinlerdim. Yaşadığımız evden saray diye bahsederdi hep. Saray olması için televizyonda, filmlerde gördüğümüz yüksek tavanlı beş altı odalı ve bahçeli ev olması lazım derdim babaanneme. “Senin yaşındayken yaşadığımız evi görseydin ne derdin acaba!” diye söylenirdi. Mutsuzluğun, sahip olamadıklarından değil, sahip olduklarınla yetinmemenden dolayı kaynaklandığını söylemişti dedem de. Çikolatası, oyuncağı, televizyonu, bilgisayarı olmayan dedemin, benim yaşımdayken benden daha mutlu olması bana hiç mantıklı gelmemişti. Fakat anlatılan yaşamlara bakılınca, benden daha huzurlu oldukları anlaşılıyordu. Dedemin topu yokmuş ve topu gazete kağıtlarından yuvarlak hale getirip etrafını iple doluyormuş. “Pekâlâ işe yarıyordu,” demişti. Oynadıkları oyun türleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Birdirbir, çelik-çomak, yedi taş, uzun eşek, topaç çevirme, misket, elim sende, deve cüce, istop, körebe, ortada sıçan gibi daha bir sürü oyunlardan bahsederdi. Bunların içinden sadece elim sende, deve cüce, körebe ve ortada sıçan oyunları hatırlıyorum. Bu oyunları da anaokulunda oynamıştık. Eskilerden bahsetmişken fotoğraf albümlerine bakalım mı Duman? Sen burada bekle, ben hemen alıp geleyim. Bak, bu doğduğumda çekilmiş. Henüz birkaç saat önce doğmuşum. Gözlerim yarı açık yarı kapalı. Doğru dürüst saçım bile yok. Üstelik çok sevimsizmişim. Senin annen ve baban şu an nerededir acaba Duman? Seni niye yalnız bıraktılar ki? Neyse, şimdi bunları düşünüp üzülmeyelim. Annemle babam ne kadar çok fotoğrafımı çekmişler. Hepsine bakmak saatler sürer. Bak bu fotoğrafta, ilk kez yürüdüğümde çekilmiş. Onlar için o an çok önemliymiş. Anaokuluna başladığım ilk gün, sonrasında ilköğretim dönemimde sınıfta sırama ilk oturuşum. Bu fotoğrafta çok tedirgin görünüyorum Duman. O günü hatırlıyorum; okul çok kalabalıktı. Yüzlerce öğrenci vardı ve ilk defa bu kadar çocuğu bir arada görüyordum. Annemle gelmiştim ve sınıfta yalnız kalmayı istemiyordum. Bir süre sırada beraber oturduk ve beni sakinleştirmek için okulun güzelliğinden ve yeni arkadaş edinmemden bahsetmişti. Etrafıma baktığımda bir sürü aynı yaşta çocuklar vardı ve aslında yeni arkadaşlarımın olması hoşuma gitmişti. Sonra öğretmen geldi ve anneleri sınıftan çıkardılar. Annem giderken montundan tutmuşum ve bırakmak istememişim. Şimdi düşünüyorum da bunlar çok komik anılarmış Duman. Sonra alıştım tabii ki, okuldan gelmek istemediğim günler oldu. Özellikle son ders beden eğitimi olunca maç yapmaya devam ediyorduk. Bu fotoğrafta ilk yerli malı haftasını kutladığımız piknikten. Şile’ye gitmiştik ve çok güzel bir gündü. Annelerimizin özenle hazırladığı börek, kurabiye, tatlılar, meyveler ve içeceklerle yerli malı haftasını coşkuyla kutlamıştık. Can ve Emre, bir ara ortalıktan kaybolmuşlar ve öğretmenlerimiz tedirgin olmuşlardı. Fakat bazılarımızın bu durumdan haberi vardı, çünkü saklanmışlardı. Neyse ki çok uzatmadan, Ayşe bunun bir şaka olduğunu öğretmenlere söyledi ve gidip saklandıkları yerden alıp aramıza katıldılar.
Ortalık sakinleşti sanırım. Yalnızca televizyonun sesi geliyor. Tahminime göre aralarında bayağı bir mesafe vardır. Kavga sonrası köşe koltuğun uç kısımlarına oturuyorlar. Zamanla ortada bir yerde buluşuyorlar. Barışmaları benim için sevindirici olsa da tartışmaları daha çok üzüyor. Büyüdüğüm zaman, çok param olmadan asla evlenmeyeceğim. İnsanlar para için birbirini üzüyor, hatta öldürüyorlar. Senin dünyanda para yok Duman: iyi ki yok! Birbirlerine yalan söylüyorlar, sen nankörsün, diyorlar. Kendilerini görmezmiş gibi, bir de kalkmışlar kedilere nankör diyorlar. Çok küçükken ailem ve çevremdeki büyükler bana yalan söylememem konusunda sıkça uyarılarda bulunurlardı. “Yukarıda Allah var, yalan söylersen seni taş eder” derlerdi. Çok korkardım. Peki o Allah; bu kadar yalan söyleyen insanları niye taşa çevirmiyor Duman? İnsanların söyledikleri ile yaptıkları neden bir olmuyor? Babam bir gün, “Keşke hiç büyümeseydim ve senin yaşında kalsaydım,” demişti. O zaman bu söylediğini umursamamıştım. Umursamamaktan öte, düşünmemiştim. Şimdi anlıyorum Duman; insanlar büyüdükçe değişiyor veya yaşadığı hayat ve koşullar değişmesine sebep oluyor. Yalnızca babam ve annem değil, sokaktaki ve çarşıdaki insanların yüzlerinde ve davranışlarında, hayatın her geçen gün zorlaştığını görebiliyorum. Gülerken bile o tebessümün arkasında başka şeylere kafa yorduğunu ve zihninin karmakarışık olduğunu anlamak zor değil. Mutlu olmak için bir yığın sorunların içinde bir neden arıyorlar ama bulmaları çok zor. Mutlu olsalar da biraz önce söylediğim gibi, zihinleri çöplük gibi ve boşluktaymış gibi davranıyorlar. Küçük sürprizlerde olmasa, insanlar o karanlık zihinlerden nasıl çıkabilirler ki! Örneğin sen! Bizim için, özellikle benim için ne güzel bir sürprizdin. Bir akşamüstü dedemlerden dönerken, seni kapımızın önünde bulmuştuk. Küçücüktün ve babamın avucuna sığacak kadardın. Seni öyle çaresiz ve korku içinde görünce, “Eve alalım baba, yoksa burada ölür” diyerek ağlamaya başlamıştım. Kabul ettiler ve üç kişi çıktığımız eve dört kişi olarak dönmüştük. Büyüdükçe bize alıştın ve hep oyun oynamak istedin benimle. Lazeri yerde gezdirdiğimde deli oluyordun. Peşinden hoplayıp zıplayıp koşturuyordun. Sonra acıkıyor ve mama yiyordun. Sonrasında ise minderine gidip, bir güzel uyuyordun. Aslında demek istediğim ne biliyor musun Duman; sen hiç değişmedin. Her hareketin ve tavrın aynı. Ben de değişmek istemiyorum; ama herkes gibi ben de zamanla değişmek zorunda kalacağım. Asla ama asla kötü biri olmayacağım. Büyüdüğüm zaman şartlar veya koşullar ne olursa olsun, kimsenin hakkını çalmayacağım, yalan söylemeyeceğim ve hiçbir canlıya kötü davranmayacağım. Alt katta oturan Süleyman amca gibi sokak köpeklerine tekme atmayacağım. Karşı binadaki Songül teyze gibi, gitsin diye kedilere su dökmeyeceğim. Sokağın köşesindeki ağaç kurusun diye dibine çamaşır suyu dökmeyeceğim. Belki kimse görmedi ama ben o gece pencereden bakarken seni gördüm Mahmut abi. Yalnızca ağaca zarar vermedin, o ağacın dallarında uyuyan kuşların evine de zarar verdin.
Çok üzülüyorum Duman. Her geçen gün insanlar kötüleşiyor. Hiç birimizin can güvenliği yokmuş gibi hissediyorum. Televizyonda filmlerde gördüğüm gibi, düşmanlar ya bomba atarsa ya da topluca gelip insanları silahlarıyla öldürürse diye hep aklımdan geçiriyorum. Geçen akşam annemle babam haberleri seyrediyorlardı. Adamın biri, kadının arkasından sessizce yaklaşıp kılıcı saplamış ve kadın yere düşmüş. Sonra birkaç kere daha kılıcı saplamış. Beni hemen odama gönderdiler ama ben bunları duydum hatta gördüm. Bana gerçek olmadığını söylediler ama ben aptal değilim Duman! Her şeye aklım eriyor. Dünya, keşke benim odam gibi olsaydı. Oyuncaklar, renkli ışıklar, arabalar bir yerde, Lego insanlar bir arada, toplum kurallarına uyuyorlar ve mutlular. Herkes ne yapması gerektiğini biliyor. Ben nereye koyarsam orada kalıyorlar. Arabalar kaza yapmıyor, hiçbir canlıya çarpmıyor. İnsanlar kavga etmiyor. Bombalar patlamıyor. Herkes üzerine düşeni yapıyor. Hiç kimse aç değil. Çünkü; iki tane yemek yeri yaptım, ihtiyacından fazlasını insanlar oraya bırakıyor, aç olan insanlar oraya gelip yemek yiyorlar. Ayrıca her yerde sokak hayvanları için su ve yemek kapları var. Benim odamda kötülüğe yer yok Duman. Senin dünyanda da kötülük yok biliyorum. Tek istediğiniz, güvenli bir yerde huzurlu yaşamak. Bu dünya hepimize ait olduğuna göre, bu en doğal hakkınız. Peki; ben bunu bu yaşta biliyorsam, büyükler niye bilmiyor ya da bilmezden geliyor? Farkındayım; sana çok soru sordum ve hoş olmayan kelimeler söyledim. Özür dilerim, ama uzaydan renkli bir top gibi görünen dünyanın, içi nasıl böyle kötü olabilir. Savaşlar hiç bitmiyor. Kocaman topraklar yetmiyormuş gibi, ülkeler birbirine saldırıyor ve olan her zaman biz çocuklara oluyor. Ormanlar yanıyor sonra oraya ağaç dikmek yerine betondan evler yapıyorlar. O yangında binlerce hayvan ölüyor ve ben her seferinde, her duyduğumda ve izlediğimde ağlıyorum. Ama büyüklerin ağladığını hiç görmedim Duman. Merhamet ve vicdan, insanlar büyüdükçe küçülüp yok mu oluyor? Yine ağlıyorum işte, çünkü dayanamıyorum Duman, hiçbir şeye dayanamıyorum. Benim gibi düşünen bazı insanlar Allah babaya isyan ediyor. “Adaletin bu mu?” diyorlar. Bence Allah babanın bir suçu yok ki Duman! Bizi sevgi enerjisiyle var etti. İçimize sevgiyle, adaletle ve paylaşmakla ilgili duygular bıraktı. Zamanla insanlar bunları kullanmamaya, yerine hırs, kibir ve her şeye sahip olma duygularını var etmeye başladı. Allah baba, hiçbir insana kötülük yap demedi ki! Onun bir suçu yok. Bence insanlar, zamanla, kendinle savaşmaya ve içindeki Allah babanın yarattığı güzellikleri öldürmeye başladı. Şimdiki insanlar; Allah babanın yarattığı ilk insanlara hiç benzemiyor Duman! Dedemin bana söylediği bir söz aklıma geldi: “Sakın bilgisayarda ve televizyonda fazla zaman geçirme dedem… seni kendine hapseder. Çünkü, insanın en büyük düşmanı teknolojidir. İnsanı içine çeker, içindeki tüm güzellikleri boşaltır, seni iyi bir insan olmaktan ve manevi inançlardan uzaklaştırıp, duygudan ve histen soyutlanmış birer canavara dönüştürüp tekrar bırakır,” demişti.
Hadi gel; yavaşça kapıyı açalım ve görünmeden salonun girişinden annemle babama bakalım. Sessiz olmalıyız. Kapıyı çok az açacağım, sakın içeriye gitme. İlginç; bu sefer koltukta değiller. Yemek masasında karşılıklı oturuyorlar ve kâğıda bir şeyler yazıyorlar. Sanırım yine hesap kitap yapıyorlardır. Babam bu gece salonda yatacağını söyledi. Annem de hiç düşünmeden ve tepki vermeden kabul etti. Bu çok kötü bir durum. Sınıfta arkadaşım Arda’nın annesi ve babası ayrılmışlar. Yani ayrılmak derken evin içinde değil, ayrı ayrı evlere taşınmışlar. Arda annesinde kalıyormuş, babasını yalnızca hafta sonları görüyormuş. Hiç mutlu değildi ve sınıfta hep sorun çıkartıyordu. Veli toplantılarını demek ki bu yüzden sevmiyor. Ya annesi geliyor ya da babası. İkisini bir arada hiç görmedim. Annemle babam inşallah ayrılmazlar Duman. Tamam! Bu tartışmalarına çok kızıyorum ve üzülüyorum, bu doğru; fakat aynı evde kalmaya devam etsinler. Bir gün her şey daha güzel olacak diye her gün dua ediyorum. Biraz daha fazla dua ederim ben de. Allah baba beni duyar ve kabul eder, biliyorum. Hadi gel odamıza geri dönelim; orada tekrar düşünelim.
Allah korusun, ayrılmaya karar verdiler diyelim. Seni benden alamazlar Duman; bu durumda senin yanındayım. Sıkı sıkı sarılırım sana, benden ayıramazlar. Hem bu durumda, “Eğer ayrılırsanız, hiçbirinizde kalmam, dedemlerde kalırım,” derim ben de. Belki vazgeçerler boşanmaktan. Ben eşya değilim ki; istedikleri yer de durayım. Kendi aralarında karar verecekleri bir durum değil. Benim de söz hakkım var ve bu ayrılmayı kabul etmiyorum. Evet; aynen böyle diyeceğim Duman, gerekirse oylama yaparız sınıfta yaptığımız gibi. Herkesin söz hakkı var. Sen de bu aileden olduğuna göre, sen de oy kullanma hakkına sahipsin. Onlar boşanmak isterse ve biz istemezsek oylar eşitlenir, ama sonrası ne olur bilmiyorum. Ben bu gece uyuyamam Duman; sen bana bakma, uykun geldiyse sen yat. Benim her türlü olasılıklara göre planlar yapmam lazım. Hazırlıklı olmalıyım. İçeriden sesler geliyor; duyuyor musun? Sen burada bekle, ben kapıyı biraz açıp dinleyeyim. Gülüyorlar Duman; birbirleriyle şakalaşıyorlar. Annem kaçıyor, babam da kovalıyor. Bu tarafa doğru geliyorlar, hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yapmalıyım. Neyse; kapıdan bakıp gittiler. Nereye gittiler acaba? Merak ediyorum, kapıdan bakayım. Odalarına girmişler; birbirlerine “Seni seviyorum” diyorlar. Bu demektir ki, boşanmıyorlar. Çok sevindim Duman; barıştıklarına göre, artık uyuyabiliriz. Biz yine de tedbiri elden bırakmayalım; büyüklere güven olmaz. Planlarımızı aklımızın bir köşesinde bekletelim. Hazırlıksız yakalanmayalım. Aslında her şey ortada. Gelen para belli, giden para belli. Yarın ikisini de karşıma alıp benim bir fikrim var diyeceğim. Benim şekerleme ve çikolata masraflarımı yarıya düşürüp, daha önemli harcamalara ekleyelim, ayrıca günlük aldığım okul harçlığından da ufak bir kısmını istemiyorum diyeceğim. Hafta sonları dışarıda yemek yeme ve gezmelerimizi on beş günde bir yapalım teklifini sunacağım. İki günde bir et yemek yerine, bunu haftada iki öğüne düşürebiliriz. En önemlisi, sigara içmesinler hem sağlığa zararlı hem de boşuna para veriyorlar. Bana öyle bakmandan anlıyorum Duman; korkma senin mama ve masrafların hiçbir şekilde kısıtlanmayacak. Zaten yediğin kuru mama, başka bir şey yemiyorsun. Benim çaktırmadan verdiğim peynir, salam ve yemeklerden kimsenin haberi yok. Bu aramızda sır olarak kalacak. Sonuç olarak, sırf bunlardan bile bütçeye katkı yapabilir ve bazı sorunları çözebiliriz. Elektrik ve su tasarrufu da yaparsak, bu iş tamamdır Duman; para işini çözmüş oluyoruz. Benim haftalık ders programım gibi, onlarda kendi üzerine düşen yükümlülüklerini yazıp, sırasıyla uygulasınlar. Bak bakalım, o zaman kavga edecek neden kalıyor mu? Ha, o zaman da başka bir neden bulur ve yine tartışırlarsa, dedemlere gitmekle tehdit ederim. Yarın bu toplantıyı yapıyoruz Duman, sen de şahit olacaksın.
Aslında düşünecek olursak, sanırım yaşamak çok pahalı. Geçen hafta bir lira kırk beş kuruşa aldığımız muzlu süt, bugün bir lira doksan kuruş olmuş. Ben sosis seviyorum diye annem ve babam her alışverişte alıyorlar. Sosis bile on altı lira elli kuruştan, yirmi bir lira doksan kuruşa yükselmiş. Her hafta en az üç poşet alışveriş yapılıyor. Bu demektir ki, geçen hafta ile bugün arasında nerden bakarsan bak kırk ya da elli lira fark oluşuyor. Her zaman sokakta çöpleri karıştıran insanları görüyorum Duman, ya da evsiz olup yerlerde veya parklarda yatan insanlar var. Sokak kedileri bile yemek bulmakta bazen zorlanıyorlar ve belki de uzun zaman aç kalıyorlar. Evimiz ve yemeğimiz olduğu için aslında şükretmeliyiz. Zamanla her şey düzelecektir. Önemli olan bu zor günleri birlikte ve birbirimize destek vererek atlatmaktır. Biz güçlü bir aileyiz ve her şey daha iyi olacak. Biraz daha büyüyeyim, gerekirse okul sonrası ben bile çalışırım. Pekâlâ yapabilirim. Kendime güveniyorum.
Çok uzun bir geceydi. Nedense üzücü anlar insana daha uzun geliyor, güzel şeyler ise kısa sürüyor. Bir pasta dilimi küçücük bir lokma gibi hemen biterken, bir tabak bezelye yemeği kocaman bir tencere gibi ye ye bitmiyor. Sanırım geceyi uzatan zaman değil, içini dolduran keder ve üzüntü. O an ne uyumak geliyor içinden ne de gözlerini kapamak. Annemle babam barışmasaydı, bu gece hepimiz için uzun ve üzücü bir gece olacaktı. Sabah sanki hiç olmayacak ve güneş doğmayacakmış gibi gelecekti.
İyi uykular Duman! Sabah bizi huzurlu ve mutlu bir kahvaltı bekliyor. Bu akşam sen de çok üzüldün, farkındayım. Peynir ve salamı daha fazla vereceğim… söz.