Mektubunu dün aldım Atlas Hanım. Aldığım gibi bağrıma bastım. İcabında seni bağrıma basmak gibi bir şey… Ne muazzam bir şey içimde, bilemezsin. Saat 04.19, hava biraz soğuk ama sana yazmak içimi nasıl da ısıtıyor. Hem çay da içiyorum. Bir yandan da Didem annenin şiirlerini dinliyorum usulca… Sanki içime işliyor mısraları. Kesinlikle bana hitap eden bir yönü var, belki de bana dokunan demeliyim, ne dersin? En çok da Ah’lar Ağacı'nı seviyorum sanırım. Her mısrası sanki güdümlü füze… Teker teker kalbimden vuruyor. Sana bu şiiri hediye etmek istiyorum bu mektubumda. Benim için oku olur mu? Hatta hem oku hem de dinle. Şiir dinlemesi de ayrı bir keyiftir benim için. Seninle aynı dizelerin üstünden yürümek bile içimde kuşlar uçurtuyor. Belki de aynı dizelerin altını çizeriz, çizdiğimiz dizelerde oturur muhabbet ederiz. Ah’lar Ağacı derken sanırım en sevdiğim dizelerinden biri de ‘’Dalgınlığınıza gelmek istiyorum / Ve kaybolmak o dalgınlıkta.’’ Aslında bu dizelerin anlamını seninle daha iyi kavradım Atlas Hanım. Geçmişimle barışık biriyim, bilirsin ama çok da konuşmayı sevmem. Kimsenin hakkını yemek de istemem ama senden sonra keşke tüm geçmişimdeki kişilerin dalgınlığına gelseydim diyorum. Hem onların dalgınlığına, hem de kendimin dalgınlığına… Öyle olsaydı belki de yaralarıma kendi yaptığın kantaron yağını sürmek zorunda kalmazdın. Bunların şu an bir önemi yok tabii ki, sadece bu dize hakkında yazmak istedim biraz. Umarım sıkmamışımdır. İşin aslı, yağ işin bahanesi, beni sevgin ve merhametin iyi etmiş olabilir hatta olasılığı ortadan kaldırıp iyi etti demeliyim. Söylemiştim, bunu sende tattım. Olayı daha da betimlersek benden yeni bir ben yarattın, sen de kendi çapında bir Tanrısın bir bakıma. Tanrı olma fikrin hoşuma gitmedi değil…

Özlemle…

Gözlerinden…