"çağrışım neonları dakikada bir çakıyor

havada yalnızlık bir bıçak gibi çekili

gözlerin gözlerimi gece yarısı bırakıyor

karakol kırmızısı cehennem yeşili

gece yarısı kalkıyor kaçırdığım gemiler”


Attila İlhan havada sezdiği tehlike olarak bir ayrılık ihtimalini hissettiriyor bize. Sonuç muhakkak yalnızlık. Kederin, hüznün en yoğun olduğu zaman şüphesiz ki gecedir. Gözlerin, şairin gözlerini bir gece yarısı bırakması da bu kederin hissiyatını yansıtması için seçilmiş bir imgedir. Bir sonraki mısrada “cehennem yeşili” diyerek bir tezada da itiyor bizi şair; zira yeşil rengi, dini açıdan baktığımızda daha kutsi bir renktir. Şair burada yeşili cehennemle ilintileyerek alışılmışın dışına çıkıyor. Son mısrada da “kaçırdığı gemilerin gece yarısı kaçması”, az önce bahsettiğimiz hüzün anının yanı sıra günün son anında kaçmasıyla yani ucu ucuna bir kaybedişi de sezdirmektedir.



“hay allah kim imzalamış bu kadınları

dudaklarını düşünsen ömrün yetişmez

gülümsemesinler öyle parlar ki alınları

besbelli bu aydınlıkta sevişilmez

insan utanır çıplaklığından ürker”


Attila İlhan’ın “kadınları kimin imzaladığını” sorgulaması da bir bakıma bu güzelliğin kaynağının, yaratıcısının sorgulamasıdır. Kadının “dudaklarını düşünülmesi durumda ömrün yetmeyeceği” güzelliğin ve şehvetin kuvvetini çağrıştırmaktadır. Son üç mısradaysa kadınların alınlarının parlamaları ve parlamalardan doğacak olan aydınlığın insanı çıplaklığından ürkütüp de sevişilmeyecek boyuta taşıması kadınların muhtemel beyazlığından -ki Türk şiirinde güzel kadın tasviri beyazlıktır- ve alının temizliği, bahsi geçen kadınların masumluğunu da yansıtmaktadır. Şairi ürküten şey kadınların güzelliği ve saflığı, duruluğudur.



“sen ki içimin sabahçı kahvelerinde

tutuklu sendikacıları bekleyen

çok bulutlu koskoca bir gök emrinde

dört tarafa paldır küldür genişleyen

sustaları açılmış ince minareler”


“İçindeki sabahçı kahvelerde tutukluları bekleyen” birinin varlığı şiirdeki huzursuzluğun net bir aktarımıdır. Devamında da “çok bulutlu koskoca bir gök”ün “emrinde” olması da kasvetli ortamı muhafaza etmeye devam ediyor. Zira bir tutuklunun yolunu açık bir gökyüzünde beklemenin tasviri yapılmamalıdır. Şair bir tutuklunun hüznünü, bulutlarla dolu gökyüzüne ekleyerek şiirdeki kasvetli havayı korumuştur. “Dört tarafta paldır küldür şekilde genişleyen ‘sustalı’ ince minareler”se şiirdeki kasvetli havayı bir nevi ürpertici ve tehlikeli bir hale sokuyor. Minarelerin paldır küldür bir şekilde dört tarafa yayılması ve yine minarenin sustalı bir bıçağa benzetilmesi, şairin hem minareye yüklediği imgeyi hem de şiirdeki hissiyatı yansıtmaktadır. Bilindiği üzere minareler daha uhrevi imgelerdir ve şiirdeki kasveti pekiştirerek tam da yerinde kullanılmışlardır.



“sanrıların sansardan çabuk uç uca

it usanmışlıklarına atladığı

anıların fosforuna azbuçuk dokununca

deli kibritler gibi sırasız parladığı

ateşe attığın eski filmler”  


“Sanrıların sansarlardan bile çabuk ve bir itin usanmışlığıyla atladığı anılar” benzetmesi yine kelime seçimleri açısından dikkate değerdir. Sansardan daha atik bir hayvan seçebilecekken sansarın hem sinsiliği hem de atikliğiyle bilinir olması tam yerinde bir benzetme olarak boy gösteriyor. Sonraki mısradaysa mükemmel bir tezatlık oluşturarak uyuz bir it gibi usanmış bir figür seçmektedir. Attila İlhan yine kelime dizimiyle yüreklere farklı rüzgârların taşıdığı yağmurları yağdırmakta. “Fosforlarına azbuçuk dokunulan anıların deli kibritler gibi sırasız parlayıp ateşe atılan eski filmler”e çağrışım yapmasıysa yine kişileştirmelerle anlatımda canlılığı sağlamıştır. Mısranın sonunda bütün bu çağrışımların ateşe atılması da yok edilişi, yok oluşu tasvir etmektedir. Şiirin başındaki ayrılık imgesinin devam ettiricisidir.



“seni kendim sanmak bir akşam üzeri

başka bir yaşantıda fransızca güzel

karartma yıllarının çalar saatleri

gerilim yüksekliğinden uğuldayan tel

bir bardak şarap üç sayfa baudelaire”


“Seni kendim sanmak bir akşam üzeri” deyişi şüphesiz ki şairin, kadınla karışmasının, birleşmesinin ve benzerliğinin had safhada olduğunu hissettiriyor. “Başka bir yaşantıda fransızca güzel” olmasıysa şiirin bütüncül imgesinin ayrılık olduğunu düşündüğümüzde bize ikinci bir yaşantı isteğini yansıtmaktadır. Devamında “bir bardak şarap ve üç sayfa baudelaire” deyişi de -şairin şiiri Paris günlerinde yazdığını da ele aldığımızda- açık bir Fransız havası katmaktadır. Şair gününün esintisini şiirine yansıtmıştır. “Karartma yıllarının çalar saati ve gerilim yüksekliğinde uğuldayan tel” imgeleriyse şairin döneminde ülkesinin konumunu yansıtmasının yanı sıra şiirin bütüncül imgesinin gerginliğini ve hatta adını bile “gerilim yüksekliğinde uğuldayan tel” tamamlamaktadır.



“deli bir kapı olmak açılmak ansızın

soğuk yılan mavisi çelikten bir şaşırmak

en olmadık yerinde sabah karanlığının

kendini yavaş yavaş ölüme alıştırmak

canavar düdükleri baş ucunda serviler"


Bir kapının başına buyruk, deli bir şekilde ansızın açılması ve bu duruma soğuk yılan mavisi çelikten bir şaşırmak tepkisinin gösterilmesi de yine kelime seçimleri açısından değerlidir. Ansızın açılan bir kapıya delilik atfedilmesi de, şaşırmak eyleminiyse soğuk yılan mavisi gibi bir renk teması ve dayanıklılığıyla meşhur çeliğin niteliyor olması yine alışılmamış bağdaştırma örnekleridir. Aydınlığı ile meşhur olan sabahınsa şiirde karanlık olarak verilmesi şairin yine tezatlara yöneliminin göstergesidir. Şiirin sonundaysa şairin asıl ayrılık temasının ölüme çıktığını ve servi ağaçlarının rüzgarla oluşan uğultusunun canavar düdüklerine benzetilmesi, mezarının baş ucunda da servilerin olacağını düşünmesi “kendisini yavaş yavaş ölüme alıştırma” isteğiyle ilintilidir.