Güneşin ışıkları altına alamadığı, rüzgârın şarkılarıyla yaprakları dans ettirdiği duru sıcaklıkta bir yolda ilerliyorum. Gözlerimin dokunduğu her şey hafifliyor, göğe yükseliyor. Sımsıkı öpüştürüyorum kirpiklerimi. İki yana açtığım kollarımın arasından bana dokunan yarınlar önüme dökülüyor. Çıplak ayaklarımın yorgun tabanlarına toprağın sıcaklığı bulaşıyor. Bu tarifsiz, tatlı sarhoşlukla ömrüme adımlıyorum. Hayat, burun deliklerimden ciğerlerime dolup taşıyor. Gölgesi aydınlık binbir dallı ağacın gölgesi saklamaya yetmiyor düşüncelerimi.


Uçmak için kanatlarımı hissediyorum. Bu bir serap! Bu kadar güzel bir yerde mi? Büyük bir haksızlık! Bu çok sıradan. Gece mi? Gündüz mü? Tüm her şeyi sıradan insanın. Dokunduğu ve insanın içinde bulunduğu… Sonsuzluğa uzanan bir dağ var karşımda. Dağ hiç olmayacak kadar alçak. Tüm güzellikleri yanıma alacağım şimdi. Diplerine dokunabileceğim kadar berrak sular akıyor yanımdan. Berrak olan her şey yalancı mıdır?


Üstüne örtmesi gereken onlarca örtü varken ya da yağmurlu gökyüzünün akıttığı her bir gözyaşı damlası kadar parlak pelerin. Toprağın sıcağından kurtarıyorum ayaklarımı şimdi. Berrak suya dokunuyorum parmak uçlarımla. Gözlerimin önünden yukarıya kaybolan hava… Hepsi teker teker patlıyor gerçeğe. Getirdiğim tüm güzellikleri ardıma kusuyorum. Islanan yüzümü dönüyorum parlak gökyüzüne.


Tüm her şey çok kızmış. Karışmış güzellik karanlığa. Karanlık güzel değil midir? Gökyüzü her yarıldığında görmez miyiz içini? İçinin büyük karanlığını… Ay mı parlaktır yoksa güneş mi çok yalancıdır? Gözlerimi inandıramadığım gerçek daha fazla dayanamıyor artık! Düşüp seriliyor önüme. Gerçeklik kaplıyor sahneyi. Savaşmaya başlıyor ay ve güneş. Ya sahte bir ışık kaplayacak sarhoş yüzümüzü ya da gerçeğin ışığı yakacak gözlerimizi!


Tüm görkemi sahte ayın geceleri. Güneş sırtından bıçaklanır binlerce kez. Tüm yıldızlar korkuyla göz kırparlar aldatmak için güneşi. Güneşin asil kanı altında titriyor bedenim. Gözlerimi boğuyor gördüklerim. Hayat karanlıkta duruyor, ışıklarını bekliyor sahnenin. Tüm renkler doğuyor. Nefessiz kalan her şey hoş bir şarkı gibi çığlıklar atıyor. Gün ikiye yarılıyor ama zaman hiç değişmiyor. Parlak yıldızlar altında gizliyor kendini hayat. Her karanlıkta âşık olduğu güneşi bekliyor. Sen ne için bekliyorsun? Ay mı? Güneş mi?