Ay’ da benim bir türlü anlayamadığım bir hissiyat vardı. Geceleri gök yüzünü izlemek bana sanki ay bana bir şeyler anlatmak istiyormuş gibi hissettirirdi. Birebir benimle konuşuyormuş gibiydi. Özellikle de onu dolunay olarak büsbütün gördüğüm zamanlarda ben de tamamlanmışım gibi hissederdim. Kalbimdeki boşluğu doldurmuşum gibi. 

Ay acizliğimi örtüyor gibi.



Zaten ay, eşi benzeri olmayan bir varlıktı. Her zaman Güneş gibi yuvarlak değildi. Farklı şekillere giriyor olması, arada bir tamamen kaybolması, beyaz ışığı ve de ışığının sanki tüm dünyaya değil de sadece bana vuruyormuş gibi az ve etkileyici olması onu benim için daha da değerli kılıyordu. Aya baktığımda dünyadan tamamen kopuyordum ve yeryüzünden uzakta olmak beni rahatlatıyordu. Bir insan olarak dünyaya gelmiş olmaktan utanıyor sıkıntıyla doluyordum. İşte bu yüzden gökyüzü ve ay bana özgürlük vaadediyordu. Başka kimsenin sunamayacağı bir özgürlük.


Güneş gidip de gece olunca sanki herkes ölüyormuş gibi gelirdi. hem ürkünç hem de güzeldi. Çünkü ben ay gibi kudretli olsam dünyadaki bir çok insanı öldürürdüm zaten. Çünkü Yaşama hakkı da en az öldürmek kadar canice gelirdi bana. Yüksek tepelere çıkıp köyü izlerken Ay’ın bir den dünyaya yaklaşıp kocaman olup yer küreyi ikiye böldüğünü hayal ediyordum. Ay bana dünyayı yok etme özgürlüğü veriyordu. tıpkı onun gibi kudretli olmak istiyordum.


Özellikle de ay güneşin önüne geçtiğinde ve gümüş yılan gelip ayı yuttuğunda ay daha da kudretli oluyordu. Siyahtan kızıla dönüşü ve birden gökyüzünde karanlığa gönülüp bize yalnızca ince hatlarını gösterişi beni aya daha çok bağlıyordu.




Ben ayın o aniden kararışını ilk kez beş yaşındayken görmüştüm. Annem bana balkondan gökyüzünü gösteriyordu. Sonra ay yavaş yavaş kararmaya ve etraf sessizleşmeye başladı Annem o an bana dönüp “gökyüzüne bak birazdan yılan gelip ayı yutmaya başlayacak” demişti. Sonra ay yavaş yavaş kararmaya ışığını yalnızca ince hatlarını belli edecek kadar göstermeye başlamıştı. Sanırım o an yılanın midesindeydi. Şeffaf yılanın pulları ayın ışığını kesiyordu. Yılan ayın üstünden geçiyordu. Demişti ki annem bir kaç yılda bir şeffaf bir yılan gelip ayı yutarmış. Yılan ayın üstünden geçerken ay bazen kızıllaşır bazense gök yüzünde kaybolurmuş. Yılan gittiğindeyse eski haline döner tekrar gökte belirirmiş. 


Bir gün yine o tepelerden birinde otururken babamı gördüm. Uzaklardan geliyordu. Motorunu tek eliyle kullanıyordu. Bu bir marifetten ziyade bir mecburiyetti Çünkü babamın sağ eli yoktu. İlk bakışta tek elle motor kullanmak akla dumur veren bir durum olsa da aslında gaz pedalını döndürmek için ellere ihtiyaç yoktu. Kopmuş bileğiyle gazı, sol eliyle de fireni kontrol ediyordu. Zaten buralarda denetim de yoktu. 



Aslında ay herkes için önemliydi. Özellikle de ay tutulması olduğunda tüm köylü tedirgin olur, Allahın onları cezalandırdığını düşünürdü. Zaten aslında onlar ay tutulmasının ne olduğunu da bilmezlerdi. Ayın bu şekilde gökten birden kaybolduğu zamanlarda. Kocaman şeffaf bir yılanın gelip ayı yuttuğunu ve sonrasında ayın üstünden geçip gittiğini düşünülerdi. İşte bu yüzden ay onlar için de çok mistik, gizemli ve ulu bir varlıktı. Onlara ay tutulmasının lanetli olduğunu düşündürten sebeplerden birisi de babamdı. 


Ben doğmadan bir kaç ay önce yine Ay tutulmasının olduğu bir gece evlerden birinden bir çığlık kopmuş uzun süren bağırışma sesleri herkesi tedirgin etmiş. Sonrasında sesler kesillip köylü seslelerin geldiği eve girince ev sahibi adamın yerde kanlar içinde yattığını görmüşler. Karısı ise odunlukta baygın haldeymiş. Kimse ne olup bittildiğini anlamamış. Adam zaten ölmüş karısının da o olaydan sonra dili tutulmuş bir daha konuşamamış. Kadın hamileymiş o olay olduğunda şans eseri çocuk düşmemiş. Sağlıklı bir şekilde doğmuş. Köylü olayı cine şeytana bağlamış. Benim duyduğum şu ki ölen adamın boyu çok uzunmuş. Öyle ki adamın ölüsü tabuta sığmamış kolları ve ayakları tabuttan aşağı sarkmış. O geceden sonra babamı gören olmamış. 



Beni annem yalnız yetiştirdi. Durumu meçhul bir sapığın çocuğu olmak zordu. Özellikle de dili kemiksiz çocuklarla arkadaşlık ederken kendini savunmak, onların, baban ve de yalnız yaşayan annen hakkında anlattıkları dedikodulara boyun eğmek insanı çileden çıkarıyordu. Hiç tanımadığım babamdan nefret ediyordum. Bazen dolunay çıktığında bizden bir kaç sokak aşağıdaki o evi izliyordum. Babamın ne pahasına o eve girmeyi çalıştığını düşünüyordum. Çocuk aklım olan biteni anlayamıyordu. Dilsiz kadın bazı akşamlarda balkona çıkıyordu. Uzun uzun yalnız başına oturuyor sonra da tekrar içeri giriyordu. Ben sanki olan biten her şey benim yüzümdenmiş gibi hissediyordum. Çünkü babamın çocuğuydum ve anlatılanlar benim ve bütün ailemin sanki o adamın ölümünde payı varmış gibi hissettiriyordu. Yıllarım babamın bana bıraktığı mirası üzerimden atmaya çalışarak geçti. Sık sık evde bunaldığım için köyden uzaktaki tepelere çıkıyor ayı izliyordum. Kudretini ve özgürlüğünü hissediyordum. Tutulmayı düşünüyordum. Acaba gerçekten ayı büyük şeffaf bir yılan yurtuyordu ve de yılan insanlara şeytanice şeyler mi yaptırıyordu. Sanki ayın her şeye gücü yeter gibi geliyordu. 




Bu olaydan on yıl sonra babam birden çıkageldi. Öylece hiçbir şey olmamış gibi birden kapıyı çaldı. Sanki babam gideli on yıl değil de bir kaç saat olmuş gibiydi. Onun için her şey normaldi. Değişen tek şey sağ eliydi. Artık yoktu. İçeri girip koltuğa kuruldu. Hiçbir şey söylemedi. Bize de bir şey sormadı. Belli ki onca zaman ne beni ne annemi merak etmemişti. Ben durup uzun uzun izledim onu. Fiziksel olarak gerçekten de çok benziyorduk. Kaşlarım burnum ve keskin çene hattım babamın tıpkısıydı. On değil de otuz yıl geçmiş olsa da bir bakışta onun benim babam olduğu anlaşılabilirdi. Bir kaç saat sadece birbirimizi izledik ben bu sessizliğe dayanamadım. Çıkıp yine tepelere ayı izlemeye gittim. Onlar annemle baş başa kaldılar. Ertesi gün gittiğimde annem babamı affetmişti. Gece ne konuştular, babam ona ne anlattı bilmem ama Ben duyunca deliye dönmüştüm. Bana ve anneme kaybettirdiği on yıl. Burada verdiğimiz psikolojik savaş, kimsesizlik, iffetsizlik, köylünün bakışları, yalnızlık, parasızlık, babasızlık ,bir ölüm ve iki dul kadın babamın yanına kar kalmıştı. Yaptığı hiçbir şeyin cezasını yeterince çekmemişti. 



Bir süre sonra zaten sanki hiç gitmemiş hiç on yıl geçmemiş gibi olmuştu. İnsanların algısı ve hisleri kolay değişiyordu. Köylü artık onun hakkında konuşmuyordu. Yeni dedikodular çıkmıyor eskiler de anılmıyordu. Babamın meçhul bir katil olduğu annemin yıllarca dul kaldığı unutulmuştu. Herkes tekrar işine bakmaya başlamıştı. Sonra babam kendine vitessiz bir motor aldı ve herşey normalde döndü. Ben uzun süre olanı biteni sindiremedim. Annemi babamı affettiği için asla affedemedim. Günlerim hep babama olan nefretimi besleyip diri tutarak ve de annemden uzak durarak geçti. İçim bir türlü soğumadı. Kinimi ve nefretimi bir türlü kusamadım. Çocukluğum ve ergenliğim hep babama olan nefretimi içime atıp gök yüzünü izleyerek geçti. Hep ayı izledim geceleri. İçimi aya döktüm. 



Sonra büyüdükçe fark ettimki insan yalnızken hayatını paylaşacağı hiç kimsesi yokken aslında yaşamıyordu. Alışkanlıkları ve anlatacakları yokken hiç var olmamış gibiydi. Hayat insanı bir dala tutunmaya zorluyor. O dal kırılınca insan çırılçıplak ve kimsesiz kalıyordu. Bazen hayatından çıkan bazı insanların yeri doldurulamıyor. İçindeki boşluk hissi ve özlem insanaher şeyi her durumu kabul edecek noktaya getiriyordu. Anneme olan şey de buydu. Yalnızlık ve içindeki boşluk onu babamı affetmeye zorlamıştı. yıllarca hayatla tek başıma mücadele etmiş olsa da yalnızlık insanı her şeyi yapmaya hatta onu bir katili bile affetmeye zorlamıştı. İçindeki boşluğu doldurmaya dair en ufak bir ümit onu heyecanlandırmış asla yapmayacağı şeyler yapmasına neden olmuştu. Belki de içinde yarım kalmış o aşk annemi çok yıpratmıştı. 




Tepelerden birinde otururken işte, babamı gördüm. Tek eliyle motorunu kullanıyor ağır ağır geliyordu uzaktan. Güneş batıyordu. Gazetede bu gece yine bir tutulma olacağı yazıyordu. Aya baktım. Bugün daha bir farklı daha bir görkemliydi. Bütün cilvesini takınmış kendini yutması için yılanı bekliyordu. Yılanın gelmesi ve gümüş pullarını üstünden geçirmesi için tamamen hazırdı. Şeytansı tutulmanın üstünden tam yirmi sene geçmişti. Babam ay tutulmalarında ne hissediyordu bilmek istiyordum. Kalbinde bir burukluk veya bir parça pişmanlık var mıydı acaba. Yoksa iyi ki o duvarın üstünde atlamışım da adamı kafasını patlatmışım mı diyordu. Beş yaşında ilk tutulmayı gördüğüm anı hatırlıyorum. Annem gerçekten çok yüce gönüllü ve de güçlü bir kadındı. Ben asla onun gibi dirayetli olamazdım. Bana ayı anlatışını hatırlıyorum.” Bak demişti birazdan yılan ayı yutmaya başlayacak.” 

Sihirli bir andı. Ay gök yüzünde kayboluyordu. O geceki tutulmayı evde annemin bana ilk defa ayı anlattığı balkonda geçirmek istedim. 



Evde ölüm sessizliği vardı. Sanırım zaten babam evde bile değildi. Balkona oturdum. Gök yüzünü izlemeye başladım. Saatler geçtikçe köy sessizleşiyordu. Herkes tutulmadan ve aydan korkuyordu. Bense bu durumdan garip bir zevk alıyordum. Karşımdaki tepelerin üstünde ay büsbütün tamamen bir dolunaydı. Kendimi belki de ilk kez güvende hissediyordum.




Sonra saat bire yaklaşırken gökte bir hareketlilik oldu. İşte dünyadan kimsenin göremediği yılan gelmişti. Ay yıllarca beklediği yılanına kavuşuyordu. Yılan Naz yapıyordu. Yavaş yavaş geldi yanına sonra da ufak ufak tadına baktı ayın. Sonrasında şeffaf pullarıyla dolamaya başladı ayı. Ayın ışığı yavaş yavaş yılanın içinde kaldı. 

yılan ayı yavaş yavaş Isırıyordu. Sanki lezzetli bir yemek yiyor gibi tadına vara vara ağızında eritti. Ay yılanın yutağından geçerken köylüler korkuyor herkes evine kaçışıyordu. Cahillik ne kötü şeydi. Yılan ayın ışığını emiyor, ağızında iyice ezerek tadına varıyordu. Köy kapkara olmuştu. Tek bir hışırtı bile yoktu. Hiç köy dışına çıkmamış biri tüm dünyanın durup yılanın ayı yutuşunu izlediğini sanabilirdi. Çünkü buradaki insanların dünyası ancak bu köy kadardı. İşte yılan zevkten dört köşe oluyor dünyanın ışık kaynağını şeffaf pullarının arasından midesine doğru itiyordu. Yılan Ay’ı tamamen sarıp sarmalamış ışığı içine hepsetmişti . Tam o sırada aşağıdaki evlerin birinin damında bir hakaretlilik oldu. Gözüm oraya ilişti. O karartı da gök yüzünü izliyordu. Aya bakıyordu. Yılan ayın üstünden geçip gidiyordu.    



Tüm köy yılanın lanetinden korkuyordu. Yılanın ayı yuttuğu anlarda Allah’ın onları cezalandırdığını ve bu gecelerde doğan çocukların şeytandan olacağı söyleniyordu.



 Ve ay yavaş yavaş yılanın midesinden çıkarken köyü de ufak ufak aydınlatmaya başladı. O esnada karartı bana doğru döndü. Yüzü ay ışığında parladı. Ben tutuldum. Kıpkırmızı sanki rujlu gibi duran dudakları bem beyaz teni elmacık kemikleri gözleri saçı duruşu uzun boyu vücudu omuzları kaşı gözü her şeyi ama her şeyi çok etkileyiciydi. Reşat Nuri’nin çalı kuşuna bakıyor gibiydim. Sanki Allah onu özel olarak yaratmış da tüm sonraki tüm kadınlar ondan feyz alınmış gibiydi. Ay kızın tam yüzüne vuruyor ve sanki bana bak işte orada der gibi kızı işaret ediyordu. Yılan aya kavuşmuş özlem gidermişti. İyice tadına vardıktan sonra üzerinden geçmiş ve ay ışığını tekrar serbest bırakmıştı. Kim bilir kaç yıl sonra tekrar buluşacaklardı. Belki ay da tıpkı annem gibi yılanın yerine kimseyi koyamıyor ve de yıllarca onun tekrar dünyayla arasına girmesini bekliyordu.


 Ay tekrar ortaya çıktığı anda kızın yanına yaşlıca bir kadın geldi. Kıza dokundu ben kadını gördüğümde anladımki aslımda burası babamın dul bıraktığı kadının balkonuydu. Omzuna dokunduğu kız da onun kızıydı. Kendine benziyordu. Ben hiç fark etmemiştim ama kadın yaşına rağmen çok güzeldi. Kızı ise annesinden daha uzun ve iriydi. Demek ki yüz güzelliğini annesinden. Zarif ve uzun vücudunu da babasından almıştı. Ben ne tvde ne gazetede ne de gerçekte hiç bu kadar güzel birini görmemiştim. Tıpkı ay gibi güzeldi. Balkondan onu izlemek bana sanki ilk tutulma anımı tekrar yaşıyormuşum gibi hissettirmişti. Kız tıpkı bir ay gibi güzeldi. Kız annesine bir şeyler söyledi sonra da içeri geçtiler. 


İşte o an bunu söylemekten nefret ediyorum ama babamı anladım. Belki de babamda tıpkı benim gibi ben doğmadan hemen önceki tutulmada o kadını gördü. Belki de ona aşık oldu. Güzelliği karşısında çocuğunu ve hamile karısını unuttu. Belki de ilk kez gerçekten aşık olmuştu. Belki de ay babama o kadını göstermişti. Acaba annem bilse ne derdi. Yalnızlık ona her şeyi kabul ettirmişti ama birinin kalbinde ikinci sırada olmayı belki de on yıllık hasret ve yalnızlık bile kabul ettiremezdi.