Aramak istedi çünkü yazmaya üşenmiş.
On altı dakika konuştuk. Çokça ben anlattım.
Yakın zamanda Diyarbakır’da gittiğim düğünü anlattım. İşimi anlattım. O sormadı ben anlattım. Karşılıklı sessizlik en sevmediğim şey zira. Tek başıma olduğum zaman kendi sesimden çok sıkılıyorum; ancak bu şu anın konusu değil.
O da okey oynamaya gitmiş. Sonra dönmüş. O sırada olan bir şey canını sıkmış. Ama anlatmadı. Çok da önemli değil ama canımı sıktı dedi.
Ben dilersen anlatabilirsin dedim. Ama istemedi. Olur dedim. İstemeyebilir. Canı çok sıkkın belli ki.
Sonra biraz daha konuştuk. O esnedi, ben uykun geldiyse uyu lütfen dedim. O da üstelemedi hiç. Dikkat et kendine dedi, ben görüşürüz dedim. Sonra kapattık.
Ama kapatmadan önce esnerken şöyle bir suçluluk hissettim ve bundan bahsetmeliyim. “Gösterdiğim aşırı tepki için özür dilerim. Zor bir zamandı ve her şeyi reddetme sürecimdi sanırım. Ama yine de senden biraz daha iltimas beklerdim...
Dediğim gibi özür dilerim kendi adıma, çok bunaldığım bir zamanda en sıkıldığım sorulardan birini sordun bana. Bir soru ve cevap için bu kadar ayrılık olmaz.”
On saniye olmuştu henüz. Bu kadar ayrılık mı? Buna iyi bir gülünür.
On üçüncü saniyede “Özlüyorum sohbetini. Tekrar özür dilerim. Afedersin.” diyesim geldi. Şöyle bir kontrol ettim henüz 26 saniye geçmişti.
Aklıma Halıcıoğlu’dan Uzunçayır metrobüs hattının 45 dakika sürdüğü de geldi ama yine frenledim kendimi. Bu aklıma neden geldi bilmiyorum. Tabii illa ki bir çıkarım da yapmam gerekiyorsa eğer insanlarla aramda sürekli 45 dakikalık kalabalık bir metrobüs var ise çok da başaramıyorum sanırım üslubu gereğince konuşmayı.
Kirli aynalarımın hepsini alelade bir nehire attığım için yedek aynamı cebimden çıkarıp yüzümün bu kadar “kendi kendini” aşağılık duruma sokması karşısında nasıl bir şekil aldığına bakamadım.
En yakın su birikintisinde su içmek için eğildiğim vakit yansımamı gözden kaçırmamam dileğiyle.