Giriş


Aysar kentinde soğuk bir iklim hakimdi. Etraf karanlık ve sessizdi. Tahminimce, burası en ürkütücü şehirler listesinde ilk üçe girebilirdi.

Şehrin ürkütücü havası içime işlerken, gözüm kıyafetlerime ilişti ve üzerimdekileri inceledim.

Soğuktan titreyen bedenimde incecik ve iç gösteren bir tül elbise, ayaklarımda ise naylon terlikler vardı. Üstelik, bu tül elbise de terlikler de benim değildi. Benim kendi kıyafetlerim neredeydi?

Kaybolmuştum. Tuhaf olansa bulunduğum şehir hakkında hiçbir bilgim yoktu. Tabelalarda gördüğüm AYSAR ismi dışında. Burası neresiydi ve ben buraya nasıl gelmiştim. Tek hatırladığım bir uçakta yolculuk yaptığımdı. Uçak sarsıldığı sırada, kulağıma gelen çığlıklar ve sonrası koca bir karanlık. Uçaktaki halimden eser kalmamıştı. Kıyafetim, ayakkabılarım, saçlarım...

Hepsi değişmişti.

Peki ya diğerleri? Onlara ne olmuştu? Uçaktaki diğer insanlar, ailem ve uçağın kendisi? Beni buraya savuran uçak şimdi hangi cehennemdeydi? İçimde büyük bir öfke hissettim. Bu lanet şehre geldiğimden beri bir tuhaf hissediyordum.

Mideme kramp girdi. Çevremde bir tanecik bile insana rastlamayı ne çok isterdim.

Bir süre daha yürüdüm. Herhangi biriyle karşılamayı beklerken, bir grup üstsüz insanla karşılaşmak beni hayli şaşırttı. Aman Allahım! Çıplak insanlar! Acaba ilk çağlardan kalma bir zamana mı ışınlanmıştım. Bu tuhaf üstsüz insanlar, beni garip bulmuş olacaklar ki epey bir incelediler. Sanki etrafta tuhaf olan tek şey benmişim gibi. Çok fazla göz göze gelmeden yanlarına gittim. Zararsız olduğumu ispatlamam gerekiyordu. Kendimi kimseye yem etmek istemiyordum. Bir köşede sessizce ne yaptıklarını izlemeye başladım. Aralarında, benim anlamadığım bir dilde mırıldanıyorlardı. İçlerinden ikisi, bir adım öne çıktı ve ellerindeki taşlarla kıvılcım çıkarttılar. Korkmaya başlamıştım. Derhal burdan kaçmanın bir yolunu bulmalıydım. Yoksa bunlar beni pişirip yiyecekti.

Ateş yanar yanmaz zihnimde dönen tek şey, onları ateşe atmam gerektiğiydi. Ancak ateş onları yakacak kadar güçlü değildi. Tam hamle yapmaya karar veriyordum ki, yine o anlamadığım dildeki sözcükler duyuldu. İnsan yığını ikiye ayrıldı ve kalabalığın arasından, bir üstsüz daha elinde geyikle çıkageldi.

Ne aptalım! Gerçekten beni pişirip yiyeceklerini sandım. Meğer geyik kızartacaklarmış. Karnım guruldamaya başlasa da bu vahşilere açlığımı belli etmek istemedim. Geyik pişerken kahkaha ata ata onları seyretmeye devam ettim. Yüzümde oluşan mutluluk midemin bulanmasına sebep oldu. Kendimi daha da kötü hissettim. İçim kötülükle dolup taştıkça vücuduma kramplar giriyordu. Bir çeşit kimlik bunalımı yaşıyor gibiydim. Bu şahane ziyafete katılamayacak kadar kendimi yorgun ve hasta hissediyordum. Bu yüzden aralarından ayrıldım.

Yolda giderken gökyüzündeki Ay dikkatimi çekti. Kocamandı. Üzerindeki tortuları seçiliyordu belli belirsiz. Maria (yeni ay) evresindeydi. En karanlık evre. Bu durum etrafın da neden bu kadar karanlık olduğunu açıklıyordu. Midemin krampları biraz hafiflemişti. Annemi düşündüm. Onu özlüyor muydum? Duyduğum his sadece bir merak mıydı? Anlam veremedim. Eğer uçak düştüyse o şu anda neden yanımda değildi? Tekrar öfke hissettim. Annemi sevip sevmeme konusunda kararsızdım. Ve midemin bulantısını boğazımı yaktı. Kafam şu sıralar çok dalgalıydı. Uçaktaki halimi düşündüm. Yolculuk sırasında gayet sağlıklıydım. Elimi alnıma koyup ateşimi kontrol ettim. Vücut ısım normaldi. Muhtemelen hava değişikliği bünyeme iyi gelmemişti. Peki ya duygularım...

Az ilerde bir tane kulübe gördüm. İglo tarzı bu kulübenin içi boştu. Şatafatlı eşyalarla döşenmişti. Bir kulübeye göre fazla iddialı ve şıktı. Yılbaşı konseptine uygundu. Kocaman bir yemek masası üzerinde çeşit çeşit yemekler, yerde bir dolu hediye kutuları ve son olarak da üzeri lambalarla süslenmiş bir çam ağacı. Demek yılbaşı kutlamak bu kültürde de mevcuttu. O halde pek de yabancı bir yerde sayılmazdım. Ama yine de bu, burdan gitmem gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu.

Köşede, süslü püslü bir karyola gördüm. Biraz dinlensem belki iyileşirdim. Eğer ev sahibi gelirse de biraz rahatsızlandığımı söylerim. Kimsenin haberi olmaz. Zaten çok tenha bir yer.Kendimi ikna ettikten sonra karyolaya uzandım. Gözlerim uykuya daha fazla direnemedi.

Uyandığımda karların üzerinde yatıyordum. Boynumdan ılık ılık akan damlalar, bembeyaz karla kaplı zemini kızıla boyamıştı. Kahretsin boğazım kesilmişti.