Unutma ki zaman, gidecek yeri olmayanların evidir. Sadece zaman onları ileriye taşır. Ölümcül bir hastalığa sahip olan ile intihar etmekten yorgun düşenin ortak noktası, ilerleyen zamanda geri gidiyormuş gibi görünmeleridir. Ancak bu, ilerleyen bir trenin sadece son vagonuna kadar yürümeye benzer. Sonrası yoktur. Beden sahibi olan, ilerlemek zorundadır. Zamana güven. Yaşarken asla varamayacağın yerlere seni sadece o götürür.
(sayfa 17)
Azınlıklar, ne etnik ne dinsel ne de renklere ilişkin olanlardır. Yeryüzü ve dışındaki tek azınlık, yanıtlardır. Her şeyi ve herkesi sorular yönetir. Evren nüfusunun çoğu sorulardan oluşur. Soru ve yanıtların nadir evliliklerinden doğan melezler de bildiklerimizdir. Melezlerin ışığı neyi aydınlatıyorsa onu görürüz. Gerisi karanlıktır. Hiçbir gözün alışamayacağı kadar karanlık. El yordamının bile kör kaldığı karanlık.
(sayfa 22)
Böylece, Tanrı'nın şeytana içini dökmesinden insan doğdu. Böylece, ışığın karanlığı delmesinden ve döllemesinden sen doğdun. Böylece sen loş oldun. Bazen aydınlandığını, bazen de karardığını sandın. Ancak hangisinin sen olduğuna asla karar veremedin. Ne kötüsün ne de iyi. Her şeyi düşünebilir, her şeyi hayal edebilir, ancak sadece seçtiklerini gerçekleştirebilirsin. Düşünce şeytandan, davranış Tanrı'dandır. Hangi düşüncenin davranışa dönüşeceğini karar verense insandır.
(sayfa 26)
Zihnin sonsuzluk hissi vermesinin nedeni, içindeki bütün düşüncelerin merkez olarak algılanabilmesidir. Hayatının değersiz olduğu düşüncesinin, zihninin merkezi olduğunu sanabilirsin ya da diğer hayatların değersiz olduğunu, zihninin merkezi olarak ilan edebilirsin. Bu inanca göre davranabilir ve yanılırsın. Ayrıca eğer her düşünce merkezse ve zihin bu merkezler etrafında genişliyorsa, yanılgı onun sonsuz olduğuna dair olacaktır. Ancak değildir. Hiçbir şey sonsuz değildir. Özellikle de zaman.
(sayfa 42)
Hiçbir düşünce zihnin merkezi değildir. Ve hiçbir düşünce diğerlerinden önemli değildir. Dolayısıyla, hiçbir düşünceyi varlığının kaynağı olarak görmemelisin. Varlık nedeni sorusunun yanıtında düşünce kelimesinin yer almadığını bilmelisin. Başlangıçtaki patlama, düşünceye ait değildir. Her düşünceye sadece hak ettiği değeri vermelisin. Ne eksik ne fazla.
(sayfa 43)
"Hiçbir şey geçmeyecek baba. Kimse kurtulmayacak. Çünkü Tanrı'nın Tanrısı yok. Biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor. Belki de gerçek tanrısız, Tanrı'nın kendisi. Tanrısızlık Tanrı'ya mahsus! Bu yüzden, kurallarda asalet ve adalet arama! Çünkü Tanrı, ne asil ne de adil olmak zorunda! Benim gibi!"
(sayfa 72)
Tanıklık ettiğim dünya, şiddet kullanılarak yönetiliyordu. Ancak kimse bunu itiraf edemiyordu. Hatta şiddet kelimesi bile gömülmüştü. Onun yerine başka bir kelime kullanılıyordu: Para. Çok daha nazik. Çok daha yasal. Çok daha ahlaki. Çağdaş uygarlıkta şiddetin anlamı paraydı.
(sayfa 77)
Ancak şimdilik dikkat edilmesi gereken başka şeyler vardı: Yürüyüşü, saçları, üzerindeki giysiler, ayakkabıları, makyajı, aksesuarları, bakışlarını çevirdiği yönler. Çünkü her ne kadar hiç kimse göründüğü gibi olmasa da, herkes göründüğü gibi olmaya çalışıyordu. Rahat gibi görünüyorsan rahat olmaya çalışıyorsundur. Görüntün, hayalindir. Nadiren gerçekleşir, ama en azından çabanın hangi yöne aktığı bellidir.
(sayfa 79)
Olasılıklar dünya kadardı. Ama dünya, en iyi olasılıktı. Milyarlarca olasılığın en iyisi. Oluşum zamanıyla, üzerindeki gazların birbiriyle etkileşim biçim ve süresiyle, en iyi olasılık.
(sayfa 82)
Diğer insanlar sahte ve karanlıktır. Çünkü kendilerini mahkum ettikleri amaçlar, doğalarına aykırıdır. Bu yüzden tatminsizlikleri, varlıkları kadar büyük olur. Oysa denklemleri basittir. Gücün ya da sevginin tatmin getireceğine inanmış, ancak ikisine de kavuştuklarında daha fazlasını istemişlerdir. Ve tatminsizlikleri, daha doğrusu, basit denklemlerinin eşitsizliği karşısında bocalayarak delirmişlerdir. Günümüz dünyası asla tatmin olmayan insanların ürünüdür. Tatminin gelmesiyse, düşünceden ibaret olduklarını anladıkları ve buna uygun davrandıkları güne kadar olanaksızdır.
(sayfa 96)
İletişimin internette yaygınlaşması, bireyin suçla karşılaşmasını tesadüf olmaktan çıkarmıştı. Toplum gözünde suç olan, bireyin dünyasında vazgeçilmez hale gelmişti. Toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeniydi. Toplum ile bireyin arasına teknoloji girmişti.
(sayfa 105)
Çünkü teknolojik gelişimin sonucu bilgi köleliğiydi. Sadece zihinsel gelişimin sonucunda düşünce çeşitliliği vardı ve herhangi bir esaret yoktu. Çünkü kaynak, insan zihniydi. Ne petrol ne de nükleer enerji. Zihinsel gelişiminse, özgüven dışında yan etkisi yoktu.
(sayfa 106)
Belki insan, sosyal bir hayvandı. Ama sanıldığı kadar da sosyal değildi. Bu yüzden uluslararası ilişkiler, özel yetiştirilmiş insanlar tarafından yönetiliyordu.
(sayfa 106)
Mutlak dengenin gerçekleşmesi için gerekense, maddenin ya da bedenin yerini zihnin almasıydı. Bedenin kullanıldığı alanların zihne devredilmesi gerekiyordu. Bedenin ya da maddenin kullanıldığı alanların asgariye düşürülmesi gerekiyordu. Beden yerine zihinle nefret etmek, cinayetleri, beden yerine zihinle sevmekse yalanları azaltacaktı. Beden yerine zihinle çalışmak işsizliği, beden yerine zihinle var olmak tatminsizliği yok edecekti. Tabii ki dünya üzerinde bedene ayrılmış alanlar da vardı. Hatta bunlar bedenin üzerindeki işaretlerle belirtilmişti. Beş duyu ve cinsellik. Hepsi bu. Dünya üzerinde bedene ayrılmış yer bu kadardı. Daha fazlası, denetimsiz bir kötülüğün kaynağı haline gelecekti.
(sayfa 115)
Ancak bazen savaşın çıkmasını beklemeyen sabırsızlar, tatbikatta bile ölebiliyordu. Mermilerin kurusıkı olması bir şey değiştirmiyordu. Ölümcül olan, namlu ile insan arasındaki uzaklıktı.
(sayfa 135)
İyilik, ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi. Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik de bilinen boyutlar dahilinde var olamayacak kadar hayaliydi.
(sayfa 151)
Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti.
(sayfa 151)
Hiçbir şey, iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu. İnsanlık, çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyilik ve kötülüğü ayıran sınıra o kadar yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor, ancak hayata geçiremiyordu. Vicdan kelimesi ve duygusu, sınıra yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir kötüydü. Bu gerçeğin insan tarafından öğrenilmesinin zamanı gelmişti. Erişemeyeceği bir huzuru sürekli arzulamaktan vazgeçmeli ve kendisiyle çelişmekten delirmeye son vermeliydi. Gelişimini engelleyen yüksek amaçlara sahip olmayı bırakmalı ve iyiliğe ulaşmak yerine, içindeki kötülüğü dizginlemeyi öğrenmeliydi.
(sayfa 151)
Aileye bulanmış her insan, bir gün devlet ve Tanrı'yla yaşamak zorunda kalır. Aile bazen çekirdek, bazen de ilkel bir kabile olur, ancak sonuç değişmez.
(sayfa 154)
İnsan, kötülüğünden korktuğu için kendini cezalandıran bir yaratıktır. Bu gerçeğin ilan edilmesi ve insanlığın kendisiyle yüzleşmesi gerekmektedir.
(sayfa 154)
İnsanlığın iyiliğe yönelmesinin tek yolu, kötülükten kaçması olacaktı.
(sayfa 172)
İnsanlığın sonu, diye düşündü Asil. Nerede durması gerektiğini bilememekten gelecek. Sınırın hangi yakasında doğduğunu ve hangi yakasında öleceğini bilememekten gelecek, insanlığın sonu.
(sayfa 180)
Meriç Koç
2022-09-06T08:20:52+03:00Hakan Günday’ı çok beğeniyorum. :)