“1929 yılının bahar mevsiminde bir direniş olarak doğdum. Dünyaya direniş.
Böyle bir hata affedilemezdi. Kendimi hiç affetmedim. 1929. Belki değil. Hiç bilmiyorum. İnsan kaç kez 1929’da doğar ve ölür.
Cevabını bilmediğim bir soru için toplanan kalabalık, kendi ayağı ile ölüme giden bir adama- bana- alkış tutuyordu.
O günden sonra gülüşüm bile değişti. Sevip saydığım ne kadar adam varsa serseri bir mayına dönüştü. O günden sonra göğsüme bağlanmış boşluğa dalıp kaldım.
Şimdi burada olmamın tek sebebi bu, çığrımdan çıktım.
Öyle ki ben bin kere düşerken bin kere öptüm kısır döngümden. Deneye yanıla sonra büyük bir coşkuyla yenildim, inkâr edemem.
Dünyanın içime sızdığı zamanlardı. Ne konuşuyorduk böyle dünyanın ağına takılacak kadar.
Hüznün eli ise havadaydı.
O zamanlar halk yurtlarından edilmişti, ben dünyanın işgaliyle teslim olacaktım.
Direnişim asılsız, tüfeğim asılsız ne de olsa düşmanın işine yaramayacaktım. Bütün teklifleri reddederek, toynaklarına bez sarılmış atlarıma baktım. Hiçbir sese tahammülüm, hiçbir yüze aitliğim de yoktu. Kısacası kolayca yutulacak bir lokmaydım Aziz Halkım.
Ama bak bu direniş omuzlarımdadır dedim.
Uçaklar alçaktan uçuyor.
Beni görüyorlar. Ölgün bir ışıkta yürüyorum.
Beni görüyorlar.
Onu karşılamak için yürüyorum. Ama anladım, insan vicdanın sesini dinlerken kim ne bilebilir.
Burada beklenmedik saldırılara uğramadan yürümek neredeyse imkânsızdı. Belkemiğimi bir bedevi kırmıştı, sağ kalan ellerimi ise ateşlemeye hazırdım. Savaşa kısa bir ara verilmişti
Hiddetli değildim artık. Hiç değildim.
Eğilip avuçlarından su içtim.
Şimdi geride kalan o sefil savaştan sonra hiçbir gece dağılmadım. Kurtulabilenler uzaklara gitmişti. Gökyüzüne bakarken, güneşe bakarken, yorulmak bilmeyen atlarıma bakarken gitmişlerdi.
Ve hüznün sadece elleri duruyordu.
Kartpostal gibi duruyordu elleri göğsümde, körük gibi çarpan göğsümün üzerinde.
O gece, alçak kayaların altına oturup ısınmak için birbirimize sokulmuştuk ya.
Günün doğuşunu buradan izlesek ölürdük. Gece öldürmezdi adamı, soğuk öldürmezdi. Keder öldürürdü. Keder aramıyor ama ondan da kaçmıyordum. Ve eminim o da beni bekliyordu ne de olsa nereye gidersem gideyim yakamı bırakmayacaktı.
Bende öldüm yorgunluktan. Bende yoruldum omuzlarımı sıkmaktan.
Zulmün, hava gibi içimize sızdığı bu zamanda bedel ödemeye razıydım ancak barış yapmaya asla niyetim yoktu.
Ama şimdi;
Tüfeğim kabzasından çıksa geceye ne olacaktı.
Uçaklardan açılan makineli tüfeklere kanıp kafama sıkacaktım en fazla.
Çocuk, yaşlı, kadın ayırt etmeksizin kafama sıkacaktım.
Bir cinayet, bir katliamdan etkili olamaz halkım. O yüzden gözlerini kapat.”