babam
yani
benim babam,
bir kapı boyu kadar
cüsseli bir adam.
aslına dikkatle bakamayıp da
tonunu fotoğraflardan öğrendiğim,
çılgınca mavi
iki tane gözü olan sarı kirpiklerinin altında.
pek güzel gözler bunlar
şimdilerde nerede öylesi bir mavilik görsem
benzetmeye çalıştığım kadar güzel.
belki de bilmek istememekle birlikte
nedendir bilmem;
ben babamı öldükten sonra tanımaya başladım.
varlığına çocuksu bir güvenle sırt dayadığımdan mıdır,
babam kimmiş öğrenmek için
sonsuz vaktim var sanırdım.
babam kimmiş?
babam bana sarılırken utanan bir adammış.
babam çalışan,
çok çalışan,
ama çok çalışan bir adammış.
beni ondan ayıran bunca mesaiyi görmezden gelmeme vesile,
küçüklüğümden bir an hatırlarım:
cadde uzun
babamın elini sımsıkı tutmuşum,
yürüyoruz
sabahın erken vakti
kahveler kırk yıl hatır hizmetine hazır olacak ki
her adımımda daha da kuvvetle
buram buram kokuyor.
şimdilerde bilmem nerede
belki aynı tezgahta, başka semtte
başka tezgahta, aynı semtte
yüzü asık bir amcaysa da,
o zamanlar mutlu kestaneci abi,
sahici bir tebessümle kestaneleri ters yüz ediyor
buram buram kokuyor bu da burnuma.
ben ancak şimdi idrak edebildiğim titiz bir kavrayışla
bu görüntüleri ve kokuları zihnime kazıyorum
babam iyi bir baba olacak ki
bir hadise gerçekleşiyor;
evvelsi günün gazete kağıdından bir kese
içinde yedi çatlak kestane
dünyanın en güzel yedi kestanesi
bu anın bir de tadı kazınıyor zihnime.
babamın ayıklayıp elime verdiği kestaneler daha bitmeden
kumkapı balıkçılarına varıyoruz
biraz ileri balık seçmeye gidiyor babam.
tezgahta ölü halde yatan balıkları incelemeye başlıyorum
o an acı tınısıyla bir soru beliriyor çocuk aklımda
balıklar neden burada uyuyor?
babam yaklaşıyor
işaret parmağı tezgaha uzanıyor;
bak bu lüfer
bu kefal
şu barbun bak, senin sevdiğin
aklımda tutmaya çalıyorum.
tanımış olmanın tarifsiz gururuyla hamsiyi zikrediyorum
yine de biraz tereddütle;
baba! hamsi?
babamdan tebrik bekliyorum
göz kırpıp gülümsüyor.
balıklar cart mavi bir poşete, sonra bir poşete daha giriyor
kendi istekleriyle mi, o an bilemiyorum...
evin yolunu tutuyoruz.
oradan uzaklaşırken
bu bir saatlik hatıra,
bu basit gezinti
mıh gibi çakılıyor
aklımın en sırlı köşesine.
ve günün akşamı
sofraya oturuyoruz
tabağımda barbun var,
balıklara üzülmüşsem de
babam beni seviyor.