Yıllardır kafamın içindesin, seni görmüyorum, duymuyorum fakat hissettirdiklerini yanımdan hiç ayırmıyorum. Bu kamburu atmak istiyorum artık, dik durmak istiyorum. Bana güzel anılar bırakmayı beceremedin, kimseye muhtaç olmamayı öğretemedin.
Hayatta ne prenses olabildim ne de savaşçı. Hala daha kurtarılmaya muhtaç küçük bir kız çocuğuyum. Bu zamana kadar kimsenin sevgisinden emin olamadım biliyor musun? Hayatıma sevilmenin verdiği güvenle devam edemedim. Hep eksik bir şeyler, yapbozun bir parçası hep kayıp. Balkonda dört gözle işten gelmeni bekleyen o kız çocuğuna bir hayat borçlusun baba.
Yokluğunu doldurmaya çalıştım; daha sonra senin yerine koyduğum kalbimi kırınca toparlanması güç, fersiz bir kemik yığınına dönüştüm.
Sen, artçıları devam eden o büyük depremsin. Geride bıraktığın enkazlar hiçbir zaman umurunda olmadı. Tam tersi, bununla gurur duydun çünkü baktıkça kendi gücünü keşfettin, bu gücün farkında olmak seni tatmin etti. Sana da kızamıyorum çünkü ihmal edilmiş, yok sayılmış, bir köşede unutulmuş hiçbir çocuk büyüyemez ve ne yazık ki onlardan biri de sensin. Büyüyemediğin için de baba olmayı beceremedin.
On altıncı yaş günümü sen hatırlar mısın bilmem ama ben hiç unutmadım. Söz vermiştin kutlayacağız diye, ben de günlerce aramanı beklemiştim, aramamıştın. O kadar üzülmüştüm ki üzüntüden ateşlenmiştim. Kocaman genç bir kadın oldum, hala daha sızlatır bu anı beni ve her doğum günümde hatırlarım.
İşin bir başka kötü yanı ne biliyor musun? Bu anıyı bana unutturacak kadar güzel bir doğum günüm olmadı hiç. Çünkü bir baba kızını sevmezse kimse sevmez, bu yazılı olmayan kurallardan biridir.
En son karşılaşmamızda beni görür görmez kafanı çevirdin, düşmanın değildim, kaldı ki biri birine düşman olacaksa o ben olmalıydım, sen değil. Benden önce ölürsen mezarının yerini bile bilmeyeceğim bana bıraktığın tek miras bu.
"Hakkım yine de helal bab..."