Sokakta ölüm sessizliği hüküm süreli iki saat oldu olmadı buldular beni. İp boynumu bir güzel acıtmış ki sormayın. Öyle ki tek bir hareket yapma imkanım olsa boynumu ovuştururdum. Biliyorum, belki de sırtımı sıvazlar ''Helal olsun, bu senin ilk ve şansın yaver giderse son başarındı.'' derdim.

Biri ayaklarımdan yukarı kaldırırken başka biri de boynuma sarmalanmış ipi kesti. O an garip bir andı. Sanki bu benim asıl doğumummuş da göbek bağımı kesmelerine şahitlik ediyormuş gibi hissettim.

Boylu boyunca yere uzattılar beni. Biri sıcacık elini boynuma götürüp nabzımı yoklarcasına dokundu. O anda beni alsın sarmalasın istedim. Onun eli ne kadar sıcaksa ben o kadar soğuktum. Ölmek mesele değil de insan buz kesiliyor işte.

Üstümü örtmedi kimseler. Annem olsa iki kat battaniyeyle örterdi diyorum, dinlemiyorlar beni. Oysa dinleseler o an usul usul annemi anlatmak isterdim onlara.

Boyca uzun olan, yanındakine dönüp kafasını iki yana sallayararak öldüğümü ima etti. Hoş, ölmesem şu soğukta iki saat boynumdan asıldığıma üzülürdüm. Zaten yanındaki de gözlerimden anladı öldüğümü ama yine de şaşırmış, biraz da üzülmüş gibi buruşturdu suratını.

Bir bakıma sevindim öldüğüme ama hemen toparladım kendimi. Daha dört yaşlarında, annemin cenazesinde Berat'ın oyuncak kamyonunu hızlı hızlı sürmesine güldüğümde Nesibe Teyze kolumu çimdikleyip böyle demişti: Ölüm ciddiyet ister. Ölen ben bile olsam ölüm ciddiyet ister.


Ben öylece hareketsiz ve tepkisiz yatmaya devam ederken başıma kim olduğumu görmek isteyen aceleci ve stresli adımlar üşüşüyor. Yüzümü görüp 'oh be, bizden biri değil' der gibi derin bir nefes alan arkasını dönüp aheste aheste uzaklaşıyor yanımdan. Ne gariptir ki ben sağken yüzümü görüp 'yine mi sen' diyen insanlar, bu defa yüzümü görünce 'iyi bari senmişsin' der gibi bakıyor. Yaşarken hiçbir halta yaramayan suretim mora çalınınca insanlara huzur verir olmuş, ne garip.


Vakit öğleye yaklaşırken ehven-i şer biri köşedeki büfeden aldığı gazetenin üçüncü sayfasından göbeğimi örtecek kadar bir örtü yaptı. Daha fazlasına değmeyeceğimi düşündüğünden midir nedir kalanını da bulmaca ekiyle beraber katlayıp ceketinin iç cebine koydu. Bugün üçüncü sayfa haberini canlı yayından takip etmişti nasılsa. Yüzümü de ölümü henüz görmeyenleri düşünerek açık bırakmıştı. Kendimi o an sergiye çıkmış bir sanat eseri gibi hissettim. Gerçi birilerinin eseri ve eser miktarda esiri olduğum aşikardı ama yüzümde kurumuş tuzlu su kalıntılarıyla, ön dişlerimin çarpıklığını gösterecek kadar açık kalmış çenemle ve göz rengime asla uymayan bu ten rengimle sanatsallığım tartışılırdı. Neyse ki bu seremoni için dün kendimi ödüllendirip berbere gitmiştim. Saç sakal bir güzel tıraş olmuş, ardından da takım sayılacak kıyafetlerimi giymiştim. Hazırlıklıydım.


Biraz da ben bakınıyorum onların çehrelerine. Bakışlarım birine çarpıyor o sıra. Veresiye ekmek bile vermeyen Bakkal İsmet, yakmış Tekel 2000 sigarasını, hem yüzüme bakıyor hem dumanını üflüyor. Bir an gözlerinde pişmanlık görür gibi oluyorum ama sanmam. Daha çok dün güç bela yarın veririm deyip aldığım bir somunun parasını benden alamayışına sinirlenmiş gibiydi.

Tam gözlerinin içine bakıp ''insanlık ölmüş'' diyorum sessizce. Sonrasında herkes duysun diye son gücümle bağırıyorum: İnsanlık ölmüş! Yine duymuyorlar. Duymamalarının ölü olmamla bir alakası olmadığına kanaat getiriyorum.

Tam kalkıp hepsinin yüzlerine tükürmeye niyetleniyorum, bu defa belediyenin temizlikçisi elinde çalı süpürgesiyle yanaşıyor. Yüzüme alelade bakıp diğerlerine bir temiz fırça atıyor. 'Neden gerekli yerleri aramadınız?' diye soruyor. O an onlar kendi arasında tartışırken içimde garip bir tohum filizleniyor. ''Acaba sabırsız davranıp hata mı ettin Azrail'le tanışmakla'' diye soruyorum kendime. ''Hala nahif birileri varmış hayatta, sadece sen henüz tanışmamışsın onunla" diyorum, daha da hayıflanıyorum. Ama ben daha kendimi yanıtlamadan temizlikçi bana cevap verir gibi bitiriyor cümlesini: ''E İsmet Abi, kaldırsınlar ki ben de sokağı süpüreyim, işim gücüm vardır.'' O an kendi intiharımdan daha keskin bir ölüm yaşıyorum. Belki de ilk defa o an hissediyorum, insanlık da benimle birlikte ölmüş ya da ben onun peşinden gidiyorum. İki çift söze nasıl da tav olmaya hazır oluşuma kızıyorum. Onca şeye rağmen insanlara nasıl da tekrar fırsat vermek isteyişime öfkeleniyorum. Kendimi bile öldürebilişime ama içimdeki umudu bir türlü öldüremeyişime kızıyorum bir süre. İnsan ölüyken bile son kusuru kendinde buluyor işte.

Ne kadar zaman geçti bilmem, kendime olan kızgınlığım da bedenim gibi soğuyor. Farkına varıyorum zaten; bu insanların arasında yaşamak, yaşamaya çalışmak, hem de kimseler fark etmeksizin, ölümlerin en ağırdan alınanıymış. Ben sadece ölümümü hızlandırmışım. Hem bugün çok geç olurmuş, ben zaten dün gece ölmeliymişim.


*


"...


Benim de bir insan tarafım vardı

Bakma böyle kötü olduğuma

Benim de dileklerim vardı

Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan

Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi

Her gün bir kadın ağlar benim yüzümde

Büyük dertler için benim ellerim

Anlamıyor musun

Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar

Ben sevilmediğimden böyle çirkinim


...


Chopin'in cenaze marşı çalınıyor

Ölüler ayağa kalktı

Görüyor musun

Şu soldan ikinci benim

Senin yüzünden öldüm

Şimdi seni getiriyorlar karanlığıma

Ağlıyorum

Biraz sev beni

Gül biraz

Yaklaş biraz

Seni affediyorum"


Ümit Yaşar Oğuzcan