Tarihte birçok adaletsizlik ve sömürü gerçekleştirilmiştir. Elbette etki tepkiyi yaratırken bu sömürüye karşı çıkacak kişiler olmayacağını düşünmek, en başta adaletsiz ve sömürgeci insanlar için büyük aptallık olurdu. Peki bu yozlaşmaya devam eden sisteme karşı duran insanlar, kendi içinde bir anlaşmaya varmış mıdır? Bir bütünlük sağlanabilmiş ya da en azından birlik gerçekleşmese bile bir dostluk var mıdır? Elbette kötü sistemi alt etmek için de yeni sistemler gereklidir. Ve işte tam burada bir karşıtlık söz konusudur. Büyük düşünürler tam bu noktada birbirinden ayrılır, anlaşmazlığa düşer ve kavga ederler. Çünkü sistem nasıl kurulacak, ne amaçlayacak ve amaca nasıl ulaşılacak sorunları küçük bir dert olmayacağından elbette bir tartışma söz konusu olacaktır. Bakunin ve Marx kavgası ise bu ünlü tartışmaların içinde yerini alır. Son derece anlaşılır, açık ve öğretici, yine gerekli bulduğum felsefi noktalara değinerek bunu anlatmaya çalışacağım.


Bakunin, anarşist bir düşünürdür. İlki değildir ama en babalarından biridir. Ve düşüncelerinde ve hayatında gerçekten birçok çelişki yaptığı söylenmesine rağmen özgürlük, onun hiçbir zaman değişmeyen fikriydi. Bu fikre de hep sadık kaldı. Tartışma nedenlerinden biri budur.

Onun anarşizmi aşırı bireyci değildir, daha çok kolektivist bir anarşizmdir. Yani "herkesin ihtiyacına göre" anlayışı olmasa bile "herkesin çalışma süresine göre" anlayışı vardır. Yine de hiçbir türlü özel mülkiyet yoktur. Zaten anarşist kapitalizm (veya buna benzeyen herhangi bir anarşizm), anarşizm sayılmaz. Çoğu kişi bunu söyler, ben de bunlardan biriyim. Çünkü anarşizm de komünizm gibi eşit, özgür ve tok bir dünya hayali kurar. Ama konuyu dağıtmayalım. Bakunin, bu hayali kurulan dünyaya, direkt devrim yaparak geçmeyi uygun görmüştü. Herhangi bir otorite olmadan (sosyalizm buna dahil).


Marx'a gelelim. Onun bilimsel sosyalizmini burada uzun uzun anlatmayacağım. O da komünizme geçmek istemekte, "herkesin ihtiyacına göre" anlayışını uygun bulmaktadır. Yani küçük farklar dışında ikisi de devletsiz, eşit, özgür, tok bir toplum hayali kurar. Ama Marx, bu dünyaya sosyalizm ile varılacağını düşünür. Onun tarihsel materyalizmi de bunu buyurur. Kapitalizm çökecektir ve işçi dünyası ayaklanacaktır. Dolayısıyla bu geçişi proletarya diktatörlüğü kurarak yapmak ister. Bu diktatörlük dünyaya yayıldıktan sonra sosyalizm kendini yavaşça komünizme bırakacaktır. Bu konuda emindir ve özgürlük kısmını burada söz konusu bile yapmaz. Marx, özgürlük konusunda çok fazla yazmış biri de değildir. Zaten esas olarak komünizmde böyle bir şey var olabilir. Bu, onun felsefesinin sonucudur. İnsan, toplum içinde insan olur; bilinçli ve özgür olabilir. Komünizmde bu sefer insanlar her zaman maddi altyapının bilincinde olacak, özgürce adil bir dünya inşa edebilecektir. İşte Bakunin, burada büyük bir sorun görür. Bir kere o, özgürlük konusunu unutmamak gerektiğini düşünür. Ama bunu sermayesini düşünen bir insanın duygularıyla yapmaz. Gayet samimidir, hatta endişelidir. Çünkü proletarya diktatörlüğüne karşıdır. Hatta bu eleştiriyi aslında adil ve eşit bir dünya hayali kuran bütün anarşistler yapar. Nedir bu? Yöneten ve yönetilenler olarak bölünecektir dünya. Peki sorun nedir? Bir yasa vardır bu konuda: Güç, herkesi yozlaştırabilir. Proletarya da buna dahildir. Bakunin, en asil adama bile güç (ne tür bir güç olduğu fark etmez, sınırları aşan her şey) verdiğimizde; onu iğrenç ve pislik bir herif yapacağını, insanlıktan çıkaracağını, doğru yoldan saptıracağını düşünür. Ben bu konuda aynı fikirdeyim. Marx ise buna katılmaz. Aslında tartışma çeşitli yönlerden devam eder. Althusser daha sonra "Marx anarşistleri yanlış yerden ele aldı" der ve kötülük yaptığını, bunun affedilmesi gerekmediğini söyler. Althusser, sosyal anarşisttir.


Ama uzun uzun tartışma anlatmaya gerek yok. Bu konuda önemli olan kısım ile ilgilenmeliyiz. Marx bu eleştirilerin hepsine karşı çıkar, bu anarşizme de dolayısıyla karşı çıkacaktır. O, tarihin ilerleyişi konusunda kendi dediklerinden çok emindir.


Tarihte bu devrim olacaktır, komünizme ise bu proletarya ile varılacaktır. Bakunin'in ise özgürlüğü unutmayı, gücün karşısında olmayı bırakacak hâli yoktur. Çünkü anarşizm, devlet ve tanrı reddinden ibaret değildir. Her türlü otorite kötüdür. Hepsi yok edilmelidir. Bakunin, Marx'ın bunu nasıl anlayamadığını düşünür. Bu kadar basit bir şeyi nasıl göremiyor, der. Aslında Marx, Bakunin'den çok daha zeki ve bilgili bir adamdır. Bunu Bakunin de belirtir. Bunun nedenleri vardır. Marx bir kere masabaşı adamıdır. O saatlerce çalışır, okur, düşünür, yazar. Bakunin ise eylem adamıdır. Hayatı boyunca barikattan barikata koşarak ve başı derde girerek yaşamıştır. Bu yüzden büyük sistemler yaratacak vakti yoktur. Çelişkileri bile bundan kaynaklanır. Bu tartışmada sonradan Sovyet'ten çok bahsedilmiştir. Bakunin Sovyet'i görseydi, kesinlikle haklı çıktığını düşünürdü. Ve her zaman yaptığı şeyi yapmaya devam ederdi. Marx ne düşünürdü kestiremiyorum. Sovyet tamamen marksizmden ibaret değildir, politik farklılıklar vardır. Lenin her şeyden önce proletarya diktatörlüğü değil, parti diktatörlüğü kurmuştur. Bir seçim yapmak zorunda kalsaydım, partiyi seçerdim. Bir kere akıl ve bilgi açısından bu iş proletaryayı aşar. Onlar bunu kavrayamaz. Lenin'in de kaygısı buydu. Marxizm-Leninizm de budur zaten. Ben Sovyet konusunda bir şey demeyeceğim. Ama her zaman şunu derim: Güç neredeyse ve güç hangi şekilde güç olursa olsun, onu eldenler kimler olursa olsun; o kişi her açıdan yozlaşacak ve "Hayatın Sahteliği" dediğim şeye düşecektir.


Bugün Bakunin'i haklı bulan bir çoğunluk vardır. Hatta bazıları, "samimi sosyalistler" bile, tarihteki Sovyet olayları yüzünden Bakunin'in haklı çıktığını kabul edeceğini söyler. Evet birçok kişi açısından bu soru bile değildir, Bakunin haklı çıkmıştır. Ben de oyumu (tartışma kapsamında) Bakunin'den yana kullanıyorum. Aslında bu tartışma bize komünizm ve anarşizm arasındaki farkı biraz özetliyor da diyebiliriz. Ama tam olarak hak yemek istemiyorum. Marx, akıllı bir adamdır. Zaten o yüzden sistemi vardır. Anarşistler, hayalleri kurulan dünyaya direkt geçişi; komünistler, sosyalizm ile geçişi savunur. Anarşizm bu konuda, direkt geçiş fikrinde zayıf kalmaktadır. Büyük devrimler, arkasını sağlama almak ister, bunun için de ciddi bir şey gereklidir. Bir sistem, her şeyi ciddi kılar. Devrim için gereken de ciddiyettir!


İkisinin de haklı yönleri olduğunu ama esas olarak Bakunin'in daha haklı olduğunu düşündüğümü gördük. Daha iyi, adil, eşit, sömürüsüz, sınıfsız ve bilinçli bir özgür dünya dileğiyle...