Gün sabahın ışıkları ile yeni aydınlanmıştı, sûkuta kesmişti derya. Hasan, ailesinden uzaklara, bu gurbet yerlere geçim derdine düşüp geleli hayli vakit olmuştu. Evveldir durmak dinmek bilmeksizin emeğini sakınmıyor, yıllar yılı dökük sökük bir deniz kenarı konteynırını evi biliyordu.

 

Hala uyanamamıştı. Gözlerinden uyku süzülüyor, gözünü açacak durumda değildi. Biraz daha uyumak lazım ama nerde yapacak iş çok, o işi tutacak kendinden başka Allah kulu azdı. Ahmet Reis, teknenin sahibi. 

 Kalkması lazım. Balık tutacak, temizleyecek, pişirecek ve kime rast gelirse satacaklardı Ahmet Reis'le. "Şükür," dedi. "En azından tutacak işimiz; kudretimiz, sıhhatimiz var." 


Yataktan yeni doğrulmuştu ki Ahmet Reis konteynırın kapısını gürültülü şekilde açıp yatağa doğru geldi:


- Sen hala kalkmadın mı? Yapacağımız işler birikti ne duruyorsun yerinde Hasan! Balıklar seni bekliyor dedi.


Hasan:

-Tamam Reisim hemen kalkıyorum, dedi. 


Ahmet Usta:

-Oyalanma de haydi.


  Kalktı, yatağı toparladı. Dışarı çıktı, tam karşıdan vuran güneşi görünce gerindi. İskelenin kenarındaki çeşmeden su vurdu yüzüne, kendine geldi. İşin başına koyuldu. 

 Ahmet Reis, geçmiş Hasan'ı tekne de bekliyordu. Hasan'ı görünce teknenin motorunu çalıştırdı. Ortalığı mazot kokusu kapladı. Hasan'da iskele babasına bağlı halatları çözdü. Yavaş yavaş açılmaya başladılar.


Zürafa kayalıkları bir saatlik mesafedeydi. Hasan birşey yememişti. Ahmet Reis 

-Uyanamazsan aç kalırsın, ben çayı içip demledim bile. Baktım kalkacağın yok döktüm kalanını. Şansına küs, dedi.

 Hasan bakmakla yetindi. Kimsenin kimseye acıması yok dedi içinden. Kendi işini kendin görmeli. Aklını başına almalı. Reis bile olsa eldir deyip bir bardaklık çay koymuyor diye iç geçirdi.


Ahmet Reis, Hasan'ı dalgınlığından uyandırdı. 

- Hadi raspaya başla!


Hasan raspaya başladı başlamasına da karnı aç olduğu için teknenin sallanıp durması git gide midesi alt üst ediyordu. Gözünün önü karardıkça kararıyor derken mavi deniz sarı trak bir hal aldı gözünde. Devrildi Hasan, bayılmıştı.

 

  Aradan uzun zaman geçti ama Ahmet Reis fark etmemişti Hasan'ı. Bir ara çakmağını bulamayıp Hasan'a seslendi. Hasan ses vermeyince söverek istop etti motoru. Çıktı yerinden, çok geçmeden Hasan'ı fark etti. Yine söverek Hasan'a doğru eğilip dürttü, nabzını kontrol etti. O ara içini bir telaşta aldı. Ne de olsa Hasan içanadoludan gelme bir oğlandır. Denizin binbir hali var. Ne olmuş epeydir denizdeyse. Ha deyince öğrenecek şey değil ki, denizde doğmadan bilinecek iş değilki.


Ahmet Reis istemsiz;

- Hasan yavrum kendine gel, dedi.


Taş gibi olmuş kalbinin kabuğu kırılmıştı o an. Öyle hissetti. Uzun zaman önce unuttuğu bir hissi tekrar yaşadı.  Bir iki dakika geçti uyandı Hasan. Uyanmak denirse uyandı. Yarı ölü denirdi haline.  

-Bir şeyim yok Reis telaş etme, dedi.


Ahmet Reis;

-Olur öyle şey. Açsın ondan oldu herhalde. Uzan sen burada bir süre, dedi. Ardından tüpü çıkardı. Domates kesti, biber doğradı. Yumurta kırdı. Bayatlamış bir ekmek çıkardı. Su kaynattı birer çay koydu.


Hasan

- İyi ki varsın be Reis, benim senden başka kimsem yok!


Reis: 

-Hadi hadi cıvıtma kahvaltını yap, dedi. 


Nihayet kahvaltının başından kalktılar. Hasan toparlanıverdi. Ahmet Reis tekneyi tekrar çalıştırmaya gitti. Baktı ki Hasan ortalığı toplama peşine düşmüş el etti çağırdı yanına. 


Reis;

-Elleşme ziyanı yok toparlarız. Sen şuraya otur. Yine iş açma başımıza, dedi babacan bir tavırla. 


Hasan, Reis'in ilk defa gördüğü bu yüzünden epey memnun kalmıştı.

- Tamam Reis, deyiverdi.


-Aferin şimdi çakmağı verde şu sigaramı tüttüreyim, dedi. 


Hasan'ın uzattığı çakmağı alırken ilk defa iyicene bir Hasan'ın yüzüne baktı “Amele kısmına gaddar olmak gerek derler. Yüz bulur bir bakmışsın kafana çıkar. Şu deniz, şu reislik ister istemez taş kestirdi halimi. Ulan Hasan ulan Hasan, dedi içinden.


 Zürafa kayalıklarına geldiler. Bir olup ağları atmaya başladılar. Ağlar bitince tekneyi durdurup süzülmeye başladılar. Yorgunlukla tekneye uzanıp yatıverdiler.

Reis uyandığında çayı demlenmiş gördü. Güneş batmak üzereydi. 


Reis;

-Ulan Hasan kedi olalı bir fare yakaladın. Benden önce uyandın bir de çay demledin ha! dedi keyifle tesbihini şıkırdatarak.

Çayı içtiler. Motoru çalıştırdılar. Ağları topladılar. Ağlar balık doludu. 


Hasan;

- Şansımız varmış ne dersin ha Reis! dedi.


Reis;

-Biz ona şans demeyelim de diğergamlığın bir sonucu diyelim be Hasan, dedi.


Hasan; 

-Nasıl yani ? 

Ahmet Reis duygulanan ses tonunu zor zaptederek;


-Görmüyorum sanma. Benimle iyi geçinebilmek için her şeyi yapıyorsun. Ben ise böyle gaddar bir adamım işte. Deniz adamı böyle yapar. Benden sana tavsiye olur da denize devam edersen sen böyle bir adam olma, dedi.


Hasan;

-Benim senden başka kimim var ki Reis, gurbette senden başka habihal ettiğim Allah kulu mu var? Ne olursa olsun sana karşı böyle olmak boynumun borcu. Sen var nasıl olursan ol. 


Ahmet Reis: 

-Neyse bu kadar konuşma yeter. Beni daha fazla duygulandırma. Yaşlı adamım ben. Şurada gözünün önünde pat diye bayılıverrim bende öyle kolay da ayıltamazsın, dedi.

 Hasan ağları temizlemeye koyuldu. Tek tek söküp buzluğa atıyordu. Hava kararmaya yakın limana vardılar. Yorulmuşlardı. Dinlenmeliydiler.


 Hasan kontaynıra geldiğinde üstünü değişti. Aklı hala Reis'in söylediklerindeydi “Deniz adamı böyle yapar.” Acaba dedi Hasan, Reis denize başlamasa nasıl bir insan olurdu. Düşündü düşündü, uyumak zor oldu. Yalnız, kimsesiz bir adamdı Reis. Deniz değil olsa olsa kimsesizlik getirmişti onu bu hale. 

 Sabah oldu. Hasan reisten erken kalkmayı başarmıştı bu sefer. Izgara arabasını temizledi. Kömürünü dizdi. Balık dolu buz kovasını aldı. Izgara arabasının altına yerleştirdi. Reis kalkınca Hasan'ın yanına gelerek rutin sorularını sordu. 


-Ekmekleri fırından aldın mı, baharatları tam ettin mi?


Hasan;

 -Reis, seninle konuşacaklarım var, dedi.


Reis;

-Belliydi bir şeyler isteyeceğin. Yoksa bu kadar boyarmısın gözümü. De bakayım izin mi istiyorsun?


Hasan;

-Hayır Reis, diyeceğim o ki yıllar oldu, ailemden ayrıyım.


Reis'in gözleri fal taşı gibi açıldı.

-Sakın ola işi bırakıp memlekete dönüyorum deme! dedi. İstemsiz söylemişti bunu. Bir anlık düşündü. Hasan'ın gitmesini neden istemiyordu? Amelesiz kalırım diye mi? Hayır, elini sallasan amele. Ama Hasan gibi güvenilirini nereden bulacak? Yok yok amelesiz kalmak değildi sebebi. İçini bir ahbabı, evladı kaybetmenin hüznü gibi bir sıkıntı bastırmıştı. 


Hasan;

-Yok Reis. Ailemi de buraya getireceğim. Şu bizim konteynırın yanına bir kulube çakayım izin verirsen. Bir gözcük oda, iki peyke olsun. Hanımla çocuk sığsın yeter. 


Reis;

-Nereden çıktı bu Hasan?


Hasan;

-Dönerim diye geldim buralara. Yıllar oldu. Öyle ki denizden başka bir iş bilmez oldum. Unuttum gitti ne varsa. Dün bayılınca bir düş gördüm Reis. Düşümde denize daldım çıkmak bilmedim. Ne kadar baygın kaldım bilmem ama bana göre saatler sürdü. Tüm o vakit denizin sularının altındaydım. Kafamı kaldırdım sonra bir tekne gördüm. Bizim tekneydi. Suyun yüzüne bir çıktım ki dümende de sen.


Reis;

-Lafı geveleme Hasan sadete getir.


Hasan;

-Anladım ki benim kaderim de denize yazılıdır. Dönüşüm yok. Aslını sorarsan seni de bırakasım yok Reis. Senin gibi baba yarısı bir usta daha bulamam ben. İzin ver ailemi getireyim. Bende dönmek zorumda kalmayayım. Bekleyenim kalmasın artık. Seninle canımızı dişimize katalım ekmeğimizi çıkaralım. Benim gördüğüm seninde denizden cayacağın yok.


Reis;

-Birde okul okumadım, söz saz bilmem dersin Hasan. Senin şu ettiğin lafları hangi mürekkep yalamış bir araya getirebilir? Eyvallah Hasan eyvallah. İzin senindir. Kulübeni çak, aileni çağır. 


Hasan yüzü gülerek ızgara arabasını sürüp kasabaya doğru yollandı.

 

Reis "Aferin Hasan'a, aferin!" dedi. "Lafımı dinledi. Denize devam edecek benim gibi de olmayacak. Aferin sana çocuk. Benim hatama düşmedin. Aferin!"