Yunan yönetmen Theo Angelopoulos, çektiği Ulysses’in Bakışı adlı filmde, Balkanları sisler altında kalmış, ortak ülküsünü, büyük düşünü, yaşama sevincini yitirmiş, umutla mı hayal kırıklığıyla mı dağlara baktığı belli olmayan insanların yaşadığı bir coğrafya olarak resmetmişti. Filmin bir yerinde Saraybosna’da sisin şehre inmesini fırsat bilerek ölüm korkusu olmadan sokaklara çıkıp eğlenen insanları, sisin şehirde yarattığı bayram havasını hazin bir şekilde anlatıyordu. Bir söyleşisinde de Balkanlar’ı “An ile geçmişin iç içe geçtiği parçalanmış bir coğrafya.” olarak tarif ediyordu.

Bu bölgenin “Her yerinden rüzgâr almaya müsait coğrafya” “Batı’nın Araf’ı” “Karanlık Orman” gibi benzetmelerle tarif edilmesi -ki bunlar Batı literatürüne dair güçlü benzetmeler- neye dayanıyor? Balkanları Avrupa’nın ötekisi yapan ya da koparan şey neydi?

(Dante'nin İlahi Komedya'sında cennet ve cehennem arasındaki geçiş bölgesi 'Araf' ile, cehennem 'Karanlık Orman' ifadesiyle anlatılır.)

Bu soruların etrafında bölge gerçeklerini anlamaya ve anlatmaya girişen oldukça kapsamlı bir kitaptan bahsetmek istiyorum. 2021 Ekim ayında Otorite Yayınları’ndan çıkan “Balkanlar-Öteki Avrupa’nın Kökleri ve İnşası” kitabı bütün bu soruları ve fazlasını içeren, kayda değer kıymetli bir çalışma olmuş. Yazarı Dr. Galip Çağ, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde Tarih Bölümü, Yeniçağ Anabilim Dalı’nda lisans, yüksek lisans ve doktora aşamalarında dersler vermektedir.

Balkanlar meselesi aynı zamanda yazarının kişisel tarihinin bir parçası, zira kitap “Babam, Rumeli Muhaciri Seyfettin Çağ’a” notuyla başlıyor. Bu da çıkılan yolculuğun başlangıcına dair çok şey anlatıyor. Kitap, Öteki Avrupa’nın Kökleri ve Öteki Avrupa’nın İnşası olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor. Akademik dilin orta düzey bir okuyucuyu okumaktan soğutabileceği bilinciyle oldukça sade ve duru bir anlatımla kapsamlı bir çalışma yürütülmüş. “Balkanlar neresidir?” “Balkanlar Kavramına Dair” “Balkan Oryantalizmi ya da Balkanizm” “Osmanlı Mirası/ Enkazı Balkanlar” gibi başlıklarla yavaş yavaş sabırla oluşturulmuş metinler Balkanlar konusunda bilgi sahibi olmayan ve nereden başlayacağını bilmeyenler için doğru bir başlangıç kitabı olarak tavsiye edilebilir. En etkileyici bulduğum yanı duru anlatımının yanında konuya dair insanın zihninde oluşan soruyu tam da yerinde bulmak oldu zira bir eserde kilit noktalara konulmuş soruları oldukça önemli buluyorum. Sadece soru olmalarıyla bile birçok şeyi anlattığını ya da düşüncenin kapılarını araladığını düşünürüm.


Kitabın ilk bölümü “Öteki Avrupa’nın Kökleri” başlığıyla başlıyor. Sınırları ve coğrafi konumuyla başlayan bölüm “Balkan” sözcüğünün kavramsal karşılığıyla beraber esas meseleye geçiyor. “Ne oldu da bu bölge aynı din ve değerlere sahipken Avrupa’dan ayrıştı ve ötekileşti?” Balkan tarihine çok da hâkim olmayan okur burada genel olarak tahmin edilenden farklı bir detayla karşılaşıyor. Avrupa’da yaşanan Büyük Şizma (Büyük Bölünme) ile beraber iki kutuplu (Katolik-Ortodoks) bir Avrupa’ya karşı başkaldıran ve her iki kutup tarafından da sapkın bir yönelim kabul edilen Bogomillik’in izahıyla anlıyoruz ki bölgedeki ayrışma ve ötekileşme, Müslüman Türk ve Osmanlı varlığından çok önce başlamış.

 

"Osmanlı idaresi tarafından hiçbir zaman Balkanlar olarak adlandırılmayan ve sınırları halen netleşmeyen Güneydoğu Avrupa'nın Balkan Savaşları ile belirginleşen makus tarihinin kırılma noktaları aslında çok gerilerde yatar. Zira Roma İmparatorluğu'nun önceleri karşısında durduğu Hristiyanlık dinini, miladın hemen birkaç yüzyıl sonrasında bir hayat kaynağı olarak görmesi ile birlikte Batı için kendinden olanları bile ötekileştirecek bir dini taassup ortaya çıkacaktır: Katolizm. Katolik mezhebi Avrupa'nın İslamlaşmasının çok öncesinde Ortodokslar başta olmak üzere Bogomiller dahil birçok farklı inanca yaşam hakkı tanımayacak ve İslam'ın bu topraklara gelişinden çok önce bahsi geçen öteki halklar büyük bir yalnızlık ve güvensizliğe sürüklenecektir."


Haçlı Seferleri’nin ve feodalitenin yarattığı yıkım da bölgenin Batı'yla olan gönül bağını ortadan kaldırmış gibi görünüyor. Bu da başka bir gücün yani Osmanlı’nın bölgede daha kolay ilerlemesinin önünü açmış. Bu yönüyle Osmanlı’nın bölgeye hâkim olmasının bir sonuç olduğunu, bölgede otoritesini kaybeden Katolik ve Ortodoks Batı’nın yerini Osmanlı’nın doldurmuş olması gerçeğini kavramış oluyoruz. Biz bununla İstanbul’un fethinde de karşılaşmıştık. Lucas Notaras’ın “Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğleriz!” sözünü hatırlatan bir ortamın ve durumun ortaya çıktığını kitaba dayanarak söyleyebiliriz.

Bogomillik’in, Hristiyan inanışının İslam anlayışına yakın bir yorumu olması ve Bosna’da bir milli kimliğe bürünmesi, Osmanlı’dan sonra özellikle bu bölgenin neden Müslümanlaştığını kavramak bakımından önemli. 


Din çağında yabancılaşan ve ötekileşen Bosna, Osmanlı fethi ile beraber kendine yeni bir hayat alanı bulurken İslamlaşma ile beraber yeni düzenin ayrılmaz parçası haline geldi. Bogomillik'in herektik ilan edilişi ile birlikte Katoliklik ve Ortodoksi arasında sıkışan Bosna halkının Osmanlı iradesinin bölgeye ulaşması ile birlikte öznel bir kimliğe bürünüşü bu diyalektik gerçekleşmenin mühim bir örneği haline geldi. Dünün ötekileri bugün meylettirilerek özneleştirildi bir anlamda.”


Kitabın ikinci ana başlığı: Öteki Avrupa’nın İnşası

Bu bölümde ise kitabın ilk bölümünde detaylarıyla işlenen “ötekileşme” sonucu bölgeyi farklı bir otoriteye (Osmanlı) kaptırmış olduğunu fark eden ve buna yönelik siyasi ve politik inşa faaliyetlerini gündemine alan bir Batı dünyası var. Osmanlı'nın güçlü otoritesi bölgeye zamanla refah getirse de Batı'da ortak düşman algısına, Müslüman olmayan ve bu bölgede yaşayan halkların doğal olarak kendisini öteki hissetmesine sebep olmuş. Bu ortak düşman algısı özellikle ulusların inşası dönemi yani Fransız ihtilali sonrası milliyetçilik dalgasıyla yaratılan fırtınada en kullanışlı argüman. 

Son bölümde “Kurgu Mazi Bugünü Nasıl İnşa Eder: Öteki/Türk ile Kendini Var Eden Yunan” başlıklı yazı ağırlıklı olarak Yunan ulus kimliği üzerine günü ve geleceği inşa etmeye çalışan Batı'nın öncelikle bir mazi kurgusuna ihtiyaç duyduğundan bahseder. Herkül Millas’tan alıntıyla:

Aidiyetlerini meşrulaştırmak isteyen her toplum kendi ötekisinin peşine düştü bu dönemde...”

“Yunan ulus inşasında, antik dönemden günümüze kesintisiz bir Yunan tarihine, Ortodoksluğa, Yunan diline ve diğer ortak değerlere dayanan ‘biz’e yönelik vurgu yapılırken ‘biz’den olmayan ‘öteki’yi yaratmak ihmal edilmemişti. Ulusal kimliğin ‘öteki’ üzerinden tanımlanmasının ulusu bütünleştirici bir etki yarattığı unutulmamalıdır.” 

Bu noktada aklıma Kavafis’in o ünlü şiiri “Barbarları Beklerken” geliyor. Şiir, ortak düşman algısıyla bir bölge halkının nasıl ortak değerlerde birleştirdiğini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Beklenen barbarlar gelmez ve şiir şöyle biter:


“…Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi

Ve Sınır boyundan gelen habercilere göre,

barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

peki biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?

Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza…”


Gene meseleye verilecek farklı bir örnek ile yazımı bitirmek istiyorum. Bölge üzerinde kurgulanan ve inşa edilmeye çalışılan politikaların bu topraklara kan, acı ve gözyaşından başka bir şey getirmediğini, var olduğu sanılan ortak düşün kaostan başka bir şey olmadığını yazımın başında belirttiğim Ulysses'in Bakışı filmindeki o meşhur Lenin heykelinin bir mavna üzerinde Tuna Nehri boyunca gezdirilişi sahnesi çok net anlatır zira bu sahne bu düşün cenaze töreni olarak yorumlanmıştı.


Kitapta geçen bir diğer ifadeyle:

"İnsan kelime ile vardır ancak tarihin yükü kelimelerin sırtındadır." Bundan hareketle Balkanlar'da yaşanan tarihsel gerçeklik, kelimelerin sırtında kitaplara taşınmadan, bu bilinçle hareket edilmeden bölge gerçeklerini görmek ve göstermek imkansız. Bu noktada böylesi eserlerin önemi ve değeri bilinmeli diye düşünüyorum.

"Çünkü tarih gerçekleri geleceğe taşıyan bir akıştır."

"Tarih sadece bir hafıza değil aynı zamanda her politik oluşumun da ahlaki temelidir."



(Kitapta ilk bölümün kavranması ikinci bölümü daha anlaşılır kılıyor bu sebeple okurken özellikle ilk bölüme ağırlık verilmesi konusunda bir tavsiyede bulunabilirim. Bu da ek olarak bu okurun özel notu olsun. İyi okumalar...)