Kayboluş

Genç adam, perşembe akşamı İzmir'e ayak bastığında içini hem bir huzur hem de tarifsiz bir boşluk sardı. İzmir, onun için hep bir kaçış noktası olmuştu; ama bu kez kaçtığı şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Alsancak'ın dar sokaklarında dolanırken kendi adımlarının yankısıyla bir ritim tutturdu. Ama ritim, giderek ağırlaşan bir baş dönmesine dönüştü.

Bir bank bulup oturduğunda çevredeki karmaşa silikleşti. Sanki Alsancak bir perde çekmişti gerçeklikle arasına. Genç adam başını ellerinin arasına alıp nefes almaya çalıştı. Derken, yanına bir yabancı oturdu. Uzun bir pardösüsü ve sakince yanan bir purosu vardı. Adamın gözleri, onun ruhunun en derinlerine bakıyormuş gibi bir etki bırakıyordu.

“Kaybolduğunu hissediyorsun, değil mi?” dedi yabancı, beklenmedik bir sıcaklıkla.

Genç adam başını kaldırıp şaşkınlıkla baktı.

“Evet… Ama siz kimsiniz?”

“Adım Sigmund,” dedi adam, puroyu dudaklarından çekerek. “Ama isimlerin pek önemi yok. Beni bir arketip olarak da düşünebilirsin.”

Genç adam kaşlarını çattı.

“Arketip mi? Jung'un teorileriyle Freud'u karıştırıyorsunuz sanırım.”

Adam bir kahkaha attı.

“Ah, Jung'la aramızdaki o eski tartışma... Ama hayır, burada doğru olanı tartışmaya gelmedim. Sadece kayboluşunun anlamını çözmek istiyorsun, değil mi?”

Genç adam sustu. Freud ya da Sigmund ya da her kimse, bu adam onun beyninden geçenleri okuyordu sanki.

“Kaybolmak bazen bir hediye gibidir,” diye devam etti Freud. “Ama bu kayboluş, seni içindeki labirente sokar. Oradan çıkmak için önce labirentin haritasını çizmeyi öğrenmelisin.”

“Peki, bu labirent ne?” diye sordu genç adam, gözlerini kısarak.

“Senin arketiplerin,” dedi Freud, puroyu küllüğe bastırır gibi bir hareket yaparak. “Olabileceğin her şey, olmayı seçmediğin her şey ve kaçtığın her şey.”

Bir an sessizlik oldu. Genç adam, Alsancak'ın aydınlatmaları altında Freud'un yüzüne bakarken sanki kendi ruhunun çatlaklarını görüyordu.

“Ve... Çıkış yolu ne?” diye fısıldadı.

Freud ayağa kalktı, pardösüsünü düzeltti.

“Her kayboluşun bir amacı vardır. Amaç, bulduğun yola inanmaktır.”

Genç adam başını kaldırıp Freud'un ardından bakmak istedi ama adam yok olmuştu. Bankta yalnızdı. Sanki tüm bu konuşma, zihninin bir oyunuydu. Ama cebinde bir kağıt buldu. Üzerinde şu yazıyordu:

"Alsancak’ta kaybolduysan, ruhunu bulmaya yaklaşıyorsun."

Genç adam bir iç çekti. Belki de Freud haklıydı. Belki de kayboluş, bulunmaya en yakın adımdı.