14. Hüzün


İsmail tahmin ettiğim gibi kazı yerine gitti. Onu uzaktan ve beni fark etmeyeceği şekilde takip ediyordum. Mahalle ablukadaydı. Gecenin bu vaktinde silahlı adamların sohbet ederek tuttukları nöbet görülüyordu. İş makineleri özel kapıdan girip çıkmaya devam ediyordu. İsmail uzaktan izlemeye başladı. Gözleri bir noktaya odaklanmış şekilde bir sigara da yaktı. Düşündüğü her halinden belli oluyordu. Biraz sonra oturacak bir yer aradı. Ve bir kaldırım taşına bıraktı kendini. Hala aynı yere bakıyordu. Gülüşüp duran silahlı adamlardan birinin İsmail'e doğru gittiğini ve ona bir şeyler söylediğini gördüm. İsmail oradan kalkmak zorunda kaldı ama çok uzaklaşmadan yine aynı noktaya bakmaya devam etti. Beklemekten sıkıldığım için cesaretimi toplayıp yanına gittim. Beni gördüğüne hiç şaşırmadı.

—İsmail hani Songül'e gidiyordun? Yani hesap sormuyorum ama niye hala buradasın? Görüyorsun, artık hiç umut yok.

İsmail bana bakmadan konuştu:

—Çok, çok önemli bir şey buldular. Şu çalışmalara baksana! Bu kadar teferruat, bu koşturmaca, bu telaş, önlem ve özel adam ve makineler. Herhalde ancak Tanrı'yı bulmuş olmalılar.

—Evet, bir şey buldukları kesin ama bunu nasılsa öğrenir herkes. Ne bileyim, bir açıklama yaparlar sonunda. Sen artık bıraksan diyorum. Beni korkutuyorsun.

—Hiçbir şey söylemeyecekler. İblis, Tanrı'nın varlığını ilan eder mi? O halde iblis olmaktan çıkardı.

—İsmail, Songül seni bekliyor. Seni çok merak ediyor. Amcamın da cenazesi... Yani senin çok üzülmüş olduğunu biliyor ve seni teselli etmek istiyor.

—Hayır hayır! Tanrı'yı bulmam gerek. Tanrısız bir hayat istemiyorum. Bunun düşünü bile kurmaktan bıktım. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadı. Cevabı bulmak için hemen şimdi intihar edesim var. Cevap, cevap. Başka bir şeyi akla getiremiyorum bile.

Benimle değil de kendi kendine konuşur gibiydi. Gerçekten çok çaresiz görünüyordu. Cadı haklıydı. Hayal kırıklığı çok ağır olmuştu. Tüm ümidini buraya bağlamıştı.

—Amcaoğlu, haydi kalk gidelim buradan. Senin için gerçekten korkuyorum.

Çok ilginç ama bir çocuk gibi usulca sözümü dinledi bu sefer. Eve doğru yürürken hiç konuşmadık. Songüllerin evinin önünden geçerken bir şey hatırlamış gibi kafasını kaldırıp Songül'ün penceresine baktı. Ve ben orada değilmişim gibi beni bırakıp gizlice ikinci katın penceresinden eve girdi.

O geceyi Songül'ün yanında geçirmişti. Bu halleri içime dert olduğu için onu sürekli takip ettim ve gecenin devamını da Songül'den öğrendim.

Gizlice pencereden girdi ve uyuyan Songül'ün yanına uzandı. Songül kendisine dokunan elleri hissettikten sonra irkilerek uyandı. Ama İsmail'i görünce sakinleşip hemen oda kapısını kilitlemeye koştu. İsmail'in gelmesine çok sevinmişti. İki aydır yüzünü gördüğü yoktu. Çok özlemişti. İsmail'i öpücüklere boğdu. İsmail bir eli Songül'ün memesinde, öylece uzanmıştı. Kendini Songül'e teslim etmişti. Aslında Songül'e değil, ruhu burada değildi ama kendini tamamen bırakmıştı. Songül onu çok arzuluyordu ama İsmail pek oralı görünmüyordu. Songül'ün yine anlamadığı bir şeyler söylemiş İsmail. Amcam öldü. Hasan amcam... Acaba şimdi gerçeği biliyor oldu mu? İnsan doğdu, yaşadı ve ilk başta iğrenç bir döldü, şimdi iğrenç bir leşe dönüştü. Bir kadından doğmuş olmak çok küçük düşürücü. Bir adamın yüzündeki tiksindirici şehvet ifadesiyle döl bırakıp seni yaratması çok iğrenç. İnsanın annesinin memelerinden süt emerek yaşaması ve şimdi bir başka memeleri delice bir şehvetle arzulamak iğrenç. Doğa bu. Eldeki bu. Hayır, hayvan değilim. Hayvan olmak istemiyorum ama çok benziyorum. Hayvan gibi olmayı da kabullenemiyorum. Aynı bir tavşan ya da bir köpek gibi gidip gelmeler iğrenç. Küçük düşürücü, alçaltıcı. Ben kendimi daha değerli biraz da kutsal hissetmek isterdim. Neyse sen ne anlarsın... Senin şu bembeyaz memelerin... Ve üzerindeki, denize ulaşmaya çalışan nehirlere benzeyen belirgin damarlar ve ucunun altındaki tomurcukta filizlenen bu muhteşem kahverengi ben, insanı çıldırtacak bir şehvet uyandırıyor. Ama sonra insanın kendi bebeği isteyecek bunları. İnsanın bunları kendi bebeğiyle paylaşması olacak şey değil. Mide bulandıran bir ensest sanki. Evli ve çocuklu olanlar nasıl seks yapabiliyor hala? Bu dünya gerçekten çok aptalca. Bunun neresi değerli, neresi kutsal? Tanrı varsa bile bunları nasıl açıklayacak? Şehvet bir tuzak mı? Bir saman alevi gibi yanıp sönen... Ya da yemeğe eklenmiş tuz biber. Bu dünyanın sıkıcılığını bir nebze kapatmak için... İnsanın bunları düşünmemesi gerekir. Kim demişti bunu? Çok düşünmek de bilmek de hastalıktır diye? Ama şu kahrolası bilinç, ıztırabın ta kendisi. Tüm belaları insana o musallat ediyor. Hangi kapıdan girsem, hangi konudan, durumdan, doğadan, yaradılıştan, ahlaktan, erdemden... Hiçbiri, hiçbiri bana Tanrı'yı göstermiyor. En sonunda ulaştığım yer hep "Tanrı bunu nasıl açıklayacak?" oluyor. Ama açıklar sanırım. Belki benim beynim buna yetmiyor, yani ne bileyim... Değil Tanrı, ben Rilke ya da Pessoa'yı okurken o sözlerin ardında Tanrı varmış gibi hissederdim. İlk defa gördüğüm, beynimin ucundan, kıyısından geçmemiş düşünceler; elleriyle kalbimi çiğ çiğ tutabildiklerini biliyordum. O ilk defa duyduğum düşüncelerdeki kelimelerin uyumuyla beynim aptal bir et parçasından birden koca bir evrene dönüşürdü. Rilke değil, Tanrı'yı okusam neler olurdu daha, kim bilir...

Ah Reinar Maria Rilke. Ne çok severim seni. Umarım çok iyi bir insansındır ve şimdi Tanrı'nın merhameti seni kuşatmıştır. Çünkü edebiyat dünyası, kalemi ve şiiri muazzam ama kendisi iblisin ta kendisi olan adamlarla dolu. Evet, Tanrı'nın merhameti. Ama neden merhamete ihtiyaç duyuyorum ki? Dünya mı zalim? Beni bu kahrolası dünyaya kim attı ha? Zulmünü gösterip beni merhametine mi muhtaç bırakıyorsun? Hasan amcam ve İsmailleri...

Duygu dalgalanmalarını amcamdan sonra İsmail'de de görmek çok üzücüydü. Yine bir şeylerin habercisiydi. Ve söylemekten utanç duyuyorum ama Songül'ün dediğine göre İsmail'in sessiz gözyaşları memelerinden göbeğine doğru akmaya başlamış. Göğsündeki ıslaklıkla sıcaklığı hissetmese ağladığını bile fark etmeyecekmiş. Arada sırada sayıkladığını da düşünmüş.

—Hasan amca. İsmailler... Hayır, beni rahat bırak. Şimdi istemiyorum...

—Göğsüme yaslanarak uyudu. Ama bu çok acı vericiydi. Kendimden parçalar kopuyor sandım tüm gece.

—Ahhh Songül! Bu kadar detaylı anlatmasana! Yani detaylı anlat tabii ama kendi özelinizi niye benimle paylaşıyorsun? Hiç gerek yok gerçekten.

Utançtan yerimde duramıyordum. Bir kadınla böyle konuşmak da insanın ateşini başına vuruyordu. Ve ben hiç alışık değildim böyle şeylere.

—O iyi değil. Kendine zarar vermesinden korkuyorum. Görmüyor musun? Ne korku var onda ne heyecan ne bir istek. Kayboluyor. Kayboluyor görmüyor musun?

Songül hüngür hüngür ağlıyordu.

-Kayboluyor. Ne korkunç bir kelime. Kendi içindeki mağaraya çekiliyor. Bak nasıl da yeni cümleler kurabilir oldum. Hepsi, hepsi onun yüzünden. Başka nasıl anlatayım sana onu? Hazırlık yapıyor. İçindeki bir yerlere çekilecek. Hazırlık yapıyor...

Songül'ün böyle konuşması beni gerçekten çok etkilemişti.

—Merak etme. Her adımını izliyorum. Bir delilik yapmasına izin vermeyeceğim.

Ben de artık İsmail için çok korkuyordum. Ve onu nefessiz takip etmeye başladım.

İsmail her gününü olay mahallinde geçiriyordu. Birkaç defa ona yemek ve su götürmek zorunda kaldım. Bir keresinde yine gözlerini dikmiş bakarken tuhaf ama özel olduğu belli olan kıyafetler giymiş üç adam, geniş güvenlik önlemleri içinde kazı alanına girdiler. Mekan kendilerininmiş gibi hareket ediyorlardı ve kimse onları ne durduruyor ne hesap soruyordu. Adamlar kapıdan girmeden önce İsmail'i görmüşler ve ona alaycı bir gülümsemeyle bakarak devam etmişlerdi.

—Vay namussuzlar. Bunlar profesyoneller!

İsmail'in merakı daha da arttı. Onlara ulaşmaya çalıştı. Ama silahlı adamlar yaklaşmasına izin vermiyorlardı.

—Alçak herifler, bizim olana el koydunuz. Bari sadece ne olduğunu söyleyin. Bir şey alacak değilim ya. Sadece ne olduğunu söyleyin.

Ama adamlar oralı bile olmuyordu.

—Bu, dünyanın en kötü şeylerinden biridir amcaoğlu. Senin olana, güçlünün sırf senden daha güçlü diye el koyması. Belki tüm kötülükleri başlatan bu eylem oldu.

Ama İsmail orada boşuna durmuyordu. Bir cevap beklediğinden değildi, karşı taraftan yapılacak bir açıklama umudunda da değildi. O, plan yapıyordu. Maalesef bunu fark edemeyecektim.