Anlaşılmak ve hatırlanmak, zamanda asılı kalmak. Bir yerde kalamamak, peki yaşam nerede başlar? Bir gece yarısı deniz kenarında, uzak kıyıda kopan fırtınayı izlerken hayatımı nasıl yoluna koyacağımı düşündüm. Hayat çok fazla karmaşık ilişkilerin ve absürt rastlantıların üst üste yığılmış, amorf bir biçimi gibiydi.


Ne yapıyorum? Neden buradayım? Ya da burada olmasam nerede olurdum gibi sorular hiç bırakmadı peşimi. Olanlar oldu tanrım, peki ya olmayanlar? Ya hiç olamayacaklar? Zorluklar aşılması için çıkar derler önümüze. Sürekli başa döneriz oysa. Daha hasarlı bir şekilde, her dönüş bir kaybediş, her dönüş bir bırakış.


Nasıl ki ta en başından varoluş olarak atıldıysak buraya, şimdi o başa dönüşlerde de kendimizi atarız dünyanın ortasına. Bir kriz anında, soğuk terler döküp titrerken, sonunda ölüyorum diye düşündüğün o sancılı ama büyülü anda da döndün yeniden başa. Döndün ve kendine baktın. Ardında bıraktığın sana. Nasıl geldin buraya? Ne yaptın sen? Kendini nasıl öldürdün. Hem de tek atışta, bir anda gerçekleşen fiziksel bir ölüm de değildi seninkisi. Cennetten arsa satarcasına sahte umutlar serpiştirdin etrafına. Ama en başta sen inanmadın bunlara. Şimdiyse tek cesaret edebileceğin şey bir anda ortadan kaybolmak. Öylece bir anda yok olmak. Hikayenin başını ve sonunu başkaları yazacak, sen sadece ortasını yazabilirsin.


Arayış, bir yerlere duyulan özlemin basit bir tezahürüdür sadece. Yollarda hep oraya yöneliktir zaten. Bir kere aramaya başlarsınız. Sonra sorular üzerine sorular doğar. Kayboluş... Bilindik yollarda hem de bilindik yolların ve bilindik suretlerin arasında kayboluş. En çokta aynaya baktığınızda gördüğünüz yüz yabancıdır artık. Bütün seçimler ve yollar nihayete erdiğinde, herkes sahneden çekildiğinde, deniz kıyısında bir bankta uzaklara dalmış halde bulursunuz kendinizi. Uzaklar, asla varılamayacak diyarlar. Hiç görülmediği halde özlenen uzaklar.


Basit bir mesafeye dair korkunç suçluluk duygusu. Söndürülemeyen bir azap ateşi. Sonunda kayboluş. Ama henüz final değil. Azabın kaçınılmaz sonucu sadece. Kaybolmak... Bilindik yollarda belleksizce dolanmak. Bu belleksizlikte suretler artık yabancı bile değildir, çünkü suretler de kayıptır. Boşlukta, yitirilmiş kimselerin dalgacı gülümsemeleri, bir yerlerde hala bütünlük olabileceğine dair umutsuz dürtü son bir yaşama çabası yükler omuzlarına.


Peki her şey bitince ne olacak? Bütün anlamlar yıkılacak elbet ama ya ezeli sürgünlüğümüz? Sonunda evimize dönebiliyor muyuz? Ya biri çıkıp sırrı çözdüm: sır mır yok yok ortalıkta deseydi? İnsanlar yine anlamsız hareketler ve geçici hevesler yaratacak gücü kendinde bulur, illüzyonu sürdürür müydü? Bildiğimiz halde neden yaşıyoruz? Olanlar neden oldu? Hiç bilmiyorum.


Sonra bir gün tüm kaygıların anlamsız olduğuna dair derin bir bilince varacaksın. Günahların boynunda taşıdığın ağır birer yük olmayacak artık ve ruhun sonunda huzur bulacak. İnsan için daha iyi bir mutlu son yoktur. Uzun yıllar sonra tekrar baktığında bu günlere ne diyeceksin kendine? Nasıl yaşadığını gördüğünde, nasıl ölmen gerektiğini anlayacaksın. Geriye sadece doğduğunda attığın çığlıklar kalacak.