Uyandığında çiçekli elbisesi ve bağcıklı ayakkabısı baş ucundaydı. Herkes evdeydi. Herkes birbirini birazdan görmenin huzuruyla dolu uyuyordu. Gitmeyi düşünmeyecekti kimse kalmayı da. Konuşmayı veya susmayı da. Endişesiz, sade ve yaz günlerini hatırlatan gülümseme vardı suratlarda. Her şey derli topluydu, bayram temizliği gibi temiz ılık rüzgarlar gibi hafifti yaşamak. Kardeşleri uyuyordu. Babası birazdan uyanır, ekose ceketini giyer, saçlarını tarar sürdüğü limon kolonyası bütün evi sarardı muhtemelen. Saçlarını taradı. Gururluydu. Saçını ikiye örmenin gururunu taşıyordu. Biraz sonra herkes uyandı. Her şey yerli yerindeydi. Ahşap masada yumurta, biraz ötede çilek reçeli, hemen yanında kaymak ve babasının en sevdiği otlu peynir vardı... ''Masa da masaydı.'' Biraz eskiydi. Kimse buna mahcubiyet olarak bakmıyordu masa kenarındaki sıyrıklar gerçek mutlulukla boyuyordu kendini. Yaşamaktı bu. Bayramdı. İçinde evi toplarken en değerli eşyasına rastlamış gibi büyük insanların sevinci vardı. Küçük müydü, büyük mü? Kestiremiyordu. Anlamamış olacak ki küçük olduğunu anımsadı..
Bugünü yaşıyordu artık.
Çiçekli elbise yerini siyah dantel örmeli bir bluza bırakmış ayakkabı bağcıkları ise kopmuştu. Evde herkes yoktu artık.. Endişeli, gri ve kalabalık sabaha uyanmıştı. İçinde hüznü yaşıyor ve yarım kalmanın hıncını taşıyordu. O sade sabahlardan geriye hiçlik kalmış gibiydi. Masa yeniydi ama mutluluk eksilmişti. Yaşamak mıydı bu bayram mıydı büsbütün.. Herkes neredeydi sahi? Limon kolonyası da yoktu artık. Ne kalmıştı geriye. Bir zamanlar herkes evdeydi... Yaşamak, dağınık bir evde değerli anıyı bulmak gibi güzeldi...