Duyguları anlamak ve kabul etmek üzerine bir sürü ders görüyorum. Başkalarının davranışlarını gözlemleyebiliyor, açıklayabiliyor, empati kurabiliyorum. İnsanlara kendilerini güvende hissettirebiliyorum. Tahsilim bana bunu öğretti, annemden bunu öğrendim. Gelgelelim kendi duygularımı ifade etmek söz konusu olduğunda büyük bir tıkanıklıkla karşı karşıya kalıyorum. Anlatamadığımdan değil anlayamadığımdan. Okuduğum kitaplar sadece ortalığı daha da karıştırıyor. İşin içine kuramlar giriyor, çocukluk çağı yaşantıları, genler, bireysel travmalar, toplumsal travmalar, evrimsel süreçler, hiçbir bağlama oturtamadığım böyleyse şöyle olurlar... Anlamayı böylesine büyük bir takıntı haline getirme doğru mu? diye düşünüyorum ama o haberi gördüğümde neden nefesimin kesildiğini bilmeye ihtiyacım var. Neden bu kadar acı verdi, nefes bile alamadım? Hep böyle acı mı verecek? Buna devam edebilecek miyim? Devam etmesem ne yapacağım peki, başka bir seçenek var mı? Acılara arkamı dönmekten başka seçenek yoksa arkamı mı dönmeliyim, dönersem ve bu seferde kendime olan saygımı kaybedersem ve artık kendim olamazsam ve yeniden nefes alamadığımı hissedersem ve bütün ikiyüzlülüğümle ve anlamsız hayatımla ve reddettiğim acılarla ve keşke bir taşın altına elimi koymuş olsaydım en azından huzurlu ölürdümlerle... ve utançla ölürsem? Hayır, durup üzülmekle vakit kaybetmek istemiyorum, yapılacak çok iş var. Hayatsa fazla kısa, ölümden döneli tam bir sene oldu. Yaşam nasıl oldu da böyle ağırlaştı?
Sürekli hayatın süreçlerden ibaret olduğunu söylüyorum, zamanla her yara kapanır. Ama işin garip yanı da burada başlıyor, ben hiçbir yaranın kapanmasına izin verilmeyen bir ülkede, başkalarının yaralarını görmeyi meslek edindim, kafamı çeviremiyorum. Belki de aslında karmaşık hiçbir şey yok. Dünya her zaman olduğu gibi acı dolu, empati ise zehri dağıtmakla görevli bir iblis. Bazılarımız o iblisin ağında ağzımıza çalınan bir parmak iyi bir insan olma avuntusuyla yavaş yavaş çürüyoruz. Bazen sadece umrumda olmasın istiyorum.