Gecenin en karanlığında ışıldayan şey zihnimse bütün konuşmalar benliğimle kendim arasında gerçekleşiyor. Kaç kere küsüyorum, kaç kere kızıyorum, kaç kere seviyorum bilmiyorum. Yorgunluktan ha bayıldım ha bayılacağım derken zihnim daha fazla aydınlanmasın diye bardakları makineye yerleştiriyorum.


Belki annemin de anksiyetesi vardı, belkisi yok annem de çok kırgındı, yeni öğreniyorum.


Bazen kırgınlığın adresi sadece kendinsen bile sinirini çıkarmak için yer arıyor insan. Yapılan, edilen, yapılmayan ya da söylenmeyen her bir maneviyat için kafanda sorularla cebelleşiyorsun. Aslında dıştan bir gözmüş gibi baksam da hayatıma sürekli kavga edenin ben olduğumu biliyorum.


Belki de bu yüzden artık yazı yazamıyorum, belkisi yok artık büyüdüm, biliyorum.


İnsan tonlarca yük ağırlığında kendine küfürler edebiliyor, üstüne hiçbir sey olmamış gibi sabah tekrar kaldığı yerden devam da edebiliyor. Çok sevilmek, mutlu bir aile, ya da çok kalabalık arkadaş ortamları bunlar şükretmenin sebebi. Ama yine de insan düşünmeye ara veremiyor. İçi sıkıldığı için, çok düşündüğü için, hiçbir önemi olmayan insanların davranışları için gecenin köründe kafasında tiyatro sahnesi çevirebiliyor.


Belki de gerçek hayatta parçalarım korkusuyla bunu yapıyorum, belkisi yok artık kafamda insanlara bıçağı saplayacak raddedeyim, biliyorum.


Eee peki ne yapıyorum? Sadece masada kalan bardakları, geçen yazda kalan içime attığım ağlamaları, geçen günden kalan sorulmamış nasılsın?'ı topluyorum. Sonra makineyi çalıştırıyorum. Makinenin sesinden kafa sesim biraz duyulmaz olunca sigara yakıyorum. Ve aylar sonra yazı yazmak için adım atıyorum. Bu da bir gelişme olamaz mı?


Olamaz, sadece gecenin köründe bağırışımdan insanlar korkmasın diye çığlık atmak istemiyorum ve eski benliğime sarılıyorum.


Belki de yeni bir gün için bahane yaratıyorum, belkisi yok bulaşık makinesini sabah yerleştirmem gerek, zihnimin parıltısına alışıyorum.