Hiçbir bağın sürdürülmesi gerektiğine inanmadım çünkü içimde asla yer edinemeyen bir aitlik duygusu vardı. Değer verdiğim bir arkadaşım "İlişkilerini sürdürmek için değil, bitirmek için kuruyorsun, bu yüzden de insanlarda çok kusur buluyorsun." demişti. Bir bakıştan, bir sözden etkilenişimi hassas biri olmama yoruyordum ama o gün arkadaşımın söylediği üzerine düşününce hassas değil, sıkılgan ve unutmayı seven, bunun için de bahaneler arayan biri olduğumu fark ettim. Birilerinin beni iyi bir insan olarak hatırlamasını severdim, hayatına girdiğim her insanda küçük bile olsa güzel bir iz mutlaka bırakırdım ama ben hiç kimse için "ama" kullanmadan "iyi bir insan" diyemezdim. Belki çok kibirlicedir ama bugüne kadar karşılaştığım insanların hepsinden daha iyi biri olduğumu düşünüyordum. Bir tek kendime inanırdım, kendimden bile çabucak vazgeçerdim yine de sürdürdüğüm en uzun bağ kendimle olandı. Her şey beni etkisi altına alırdı; çabuk üzülür, çabuk mutlu olur ve çabuk severdim ama hiçbir duygu avucunda tutamazdı. Tanımadığım iki duygu vardı: Nefret ve kıskançlık. O insan kalbimde var olmasın diye bende yaşayacak bir alan bırakmazdım. İnsanların mutlulukları ve başarıları ise benim için ancak takdir edilesi olurdu. Herkesin mutlu olmasını isterdim çünkü tüm kötülüklerin nedeninin mutsuzluk olduğuna inanırdım. Benden güzeli, benden mutlusu ve benden başarılısı için niçin üzüleyim? Ben kendi hayatım için "en"dim. Yarışmadan yaşamayı severdim. Ait olmadan yaşamayı sevdiğim gibi.Kimseyle bir derdim yoktu ama tüm dünyayla da barışık olmak tercihim değildi çünkü o zaman parmakla gösterilen ve kendine bile hedef olan ben olurdum.